Nasyonal sosyalizm, manevi olanın yerine seküleri koyduğunda ve Alman ırkına tanrısal bir hüviyet atfettiğinde kendi siyasi dinini de ilan ediyordu.

Bu ilahi olandan kopuşun, dünyaya nasıl bir fatura ödettiğini sanırım bilmeyen yoktur.

Kendi siyasi dinini ilan eden elbette sadece Hitler değildi.

Mussolini, Stalin, Mao ve daha niceleri de benzer bir zeminde kendi siyasi dinini ilan edip, diğer ırkların efendisi gibi gördüğü ırkını “tanrı” yapıp tapınmaya başlamamış mıydı?

Oluşan bu siyasi dinlerin temsil ettiği şeytani güçler, milyonlarca masumun kanıyla beslenmedi.

Bu şeytani güçlere karşı sadece ahlaki ve insani bir zeminden direnmeyi düşünenler, kılıçlarının kudretini göstermediğinde ya da gösteremediğinde ne kadar yetersiz kaldıklarını büyük bedellerle öğrendiler.

Nitekim bu siyasi dinler Batı’yı “ilahi” olandan kopararak büyük bir inanç krizinin içinde kayboluşa da sürüklediler.

Batı’nın ırk üstünlüğü temelinde inşa ettiği bu yeni din, tıpkı Dante’nin İlahi Komedya’daki; “Buradan gidilir acılar ülkesine, buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya.” mısralarındaki gibi acının ve gözyaşının kentlerini inşa etti.

Descartes ile başlayan aydınlanmacı hareketlerin bir sonucu olan bu siyasi dinler, önce Batı’nın kendi içindeki “öteki”leri yok etti, sonra da dışarıya yöneldi.

Bugün bu yok oluşun en büyük mağduru olan Yahudilerin içinden çıkan ve Haskala hareketiyle kendi rönesanslarını gerçekleştiren siyonistler de katillerine özenerek kendi siyasi dinlerini kurdular.

İngilizlerin desteğini alan bu siyasi din, bugün ABD’nin de desteğiyle gaddarlığın sınırlarını oldukça yükseltmiş olan siyonizmdir.

En başta Ortodoks Yahudilerin de tepkisini çeken siyonistler, kurdukları bu siyasi dinleriyle önce Yahudiliği darbeliyorlar çünkü.

Gazze’de soykırım yapan, bebekleri ve kadınları öldürmekten imtina etmeyen bu zalimler, katilerini bile geride bıraktılar.

Eric Voegelin’in; “Modernite bir akıl hastanesidir” sözüyle kastettiği şey, bir yönüyle bu modern çağın ürettiği siyasi dinlerin dünyayı getirdiği yere de dramatik bir vurgu değil mi?

Zira Gazze’de yaşananlar, Avrupa’da ve ABD’de Gazze destekçilerinin yaşadıkları bir defa daha göstermiştir ki gestaponun ruhu hâlâ aramızda dolaşmaya devam ediyor.

“Benlik çözülmesi” yaşayan insanın giydiği her türlü maske aslında işleyeceği suçun en büyük kanıtıdır.

Bugün Batı’nın giydiği demokrasi maskesi de onun suçlarının en önemli kanıtı hâline gelmiştir.

“Demokrasi adına” yapılan her çağrı Orta Doğu’da, Afrika’da artık büyük acıların hatırlatıcısı hâline de geldi.

Motivasyonunu ötekileştirme, şiddet ve çıkarlarından alan, ilahi olana isyankâr seküler siyasi dinler, insanlık adına hayırlı bir son düşleyemezler.

Bugün de zulmünü Gazze’de sergileyen siyonizmin siyaset dininin şeytani güçlerine karşı sadece iyilik ve insanilik üzerinden ilerlemek büyük bir yanılgı olur.

Zira bu şeytani gücü durduracak yegâne güç kılıcın kudretidir.

Ve ne yazık ki Müslüman devletlerinin kılıcı bugün bu kudrette olamadığı için şeytani güç galebesini çalmaya devam ediyor.

ABD’li öğrencilerin yaktığı vicdan ateşinin, bu şeytani gücü püskürtmesini beklemek elbette çok önemli olsa da Müslümanlar için asla sığınılacak tek liman olamaz.

Nefesini toplamalı ve tarihteki konumunu ve kudretini tekrar hatırlamalıdır…