Orta Doğu'nun farklı bölgelerinde 7 Ekim 2023'ten itibaren alevlenen çatışmalardan en çok etkilenen ülkelerden biri Irak oldu. Son 2 ayı geçkin sürede Irak'ta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve uluslararası koalisyon güçlerinin konuşlu olduğu üsler, 50'den fazla saldırıya uğradı. Bu süreçte Irak’ta kurulan "Irak İslami Direnişi" isimli örgüt, özellikle ABD’nin ülkedeki varlığına yönelik saldırıları üstlendi.
2023’ün son ayları ile alevlenen Irak’taki ABD-İran gerilimi, Amerikan yönetiminin Bağdat ve Babil vilayetleri gibi Irak’ın çeşitli noktalarında gerçekleştirdiği misilleme operasyonları ile devam etti. Son olarak 16 Ocak gecesi İran tarafından Erbil’in farklı noktalarına dönük gerçekleştirilen balistik füze saldırıları ile bölgenin artık hem vekil güçler üzerinden hem de doğrudan devletler arası çatışma riskleri ile ciddi krizlerin eşiğinde olduğu görüldü.
Silahlı Şii milis gücü olarak öne çıkan ve İran destekli olduğu bilinen Irak İslami Direnişi, İsrail ve Hamas arasındaki çatışmaların başlamasının ardından direnişi farklı cephelere yayarak Hamas’a destek vereceklerini duyurmuştu. Örgüt bu kapsamda geçen yılın kasım ve aralık aylarında Irak’ın Anbar vilayetinde bulunan Ayn el-Esed Askeri Üssü ile Uluslararası Erbil Havalimanı yakınlarında bulunan Harir Askeri Üssü'ne yönelik çok sayıda dron ve füze saldırısı gerçekleştirdi.
ABD, Irak’taki varlığına dönük saldırılara 21 Kasım’da Bağdat’ın Ebu Garip bölgesinde, 3 Aralık’ta ise Kerkük’te düzenlediği hava operasyonlarında öldürdüğü milis güçler ile yanıt verdi. Ancak bu misillemeler Irak’taki tansiyonun daha fazla artmasını da beraberinde getirdi. 8 Aralık’ta Bağdat’taki korunaklı Yeşil Bölge’de yer alan ABD Büyükelçiliğine roketli saldırılarda bulunuldu ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani söz konusu saldırıyı bir "terör saldırısı" olarak niteledi.
ABD’nin "Ebu Takva" operasyonu
2024 yılının ilk ayı, ABD’nin gerginliklerin arttığı günden bu yana Irak’taki en ciddi misilleme operasyonuna tanıklık etti. 4 Ocak'ta Bağdat’ta hava operasyonu düzenleyen ABD, Haşdi Şabi’ye bağlı Nuceba Hareketi’nin komutanlarından Ebu Takva es-Saidi’yi hedef alarak öldürdü. Bu saldırı, 2020 Ocak ayında yine Bağdat’ta öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi Heyeti Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis’ten sonra ABD’nin Irak’taki doğrudan aktör hedefli en önemli operasyonlarından biri oldu.
ABD yönetimi bu operasyonu, doğrudan Haşdi Şabi’nin Bağdat’taki lojistik üslerinden birinde, Saidi aracı ile üsse girdiği sırada gerçekleştirdi. Bu anlamda operasyonun 2 önemli anlamı ve mesajı bulunuyor. Birincisi, ABD’nin, Irak’ın başkentinde İran destekli grupların üslenmelerine yönelik operasyonel ve istihbari kapasitesini sergileyerek olası yeni saldırılara karşı gözdağı vermek istemesidir. İkincisi ise operasyonun doğrudan Haşdi Şabi ve Haşdi Şabi içindeki başlıca gruplardan Nuceba Hareketi’ne karşı düzenlemiş olmasıdır. Nuceba Hareketi, Irak İslami Direnişi kurulduğunu ilan ettiği ilk günden bu yana Haşdi Şabi çatısı altında örgüte en çok destek veren grupların başında geldi. Öyle ki Nuceba Hareketi lideri Ekrem Kaibi birçok kez doğrudan Irak İslami Direnişi’ne destek açıklamalarında bulundu. Bu açıdan bakıldığında, ABD’nin söz konusu operasyon ile birlikte Irak İslami Direnişi isimli yapıyı Haşdi Şabi içindeki grupların kullandığı bir "paravan" örgüt olarak tanımladığını görüyoruz. Doğrudan Haşdi Şabi’nin hedef alınması da bunun Irak sahasında somut bir ilanıdır.
Uluslararası koalisyon Irak'tan çekiliyor mu?
Irak hükümeti, ABD'nin 4 Ocak'taki operasyonundan bir gün sonra uluslararası koalisyonun Irak’tan çekilmesine dönük adımların başlatıldığını duyurdu. Başbakan Sudani bu gelişmeyi bizzat açıkladı ve ikili komisyonları çalıştırma sürecinde olduklarını ifade ederek, koalisyon güçlerinin varlığının Irak'taki istikrarı bozabileceğini, varlığının hiçbir gerekçesinin kalmadığını belirtti.
Aslına bakılırsa Irak’taki yabancı güçlerin çekilmesine ilişkin bu tartışma yeni bir tartışma değildir. 2014’te terör örgütü DEAŞ’ın Musul’u kontrol altına almasıyla başlayan süreçte ABD askerleri de "IŞİD ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu" ile birlikte farklı ülkelerin askerleri ile Irak’a yerleşti. 2017 yılında Irak hükümeti DEAŞ’e karşı zafer ilan etti ve bu tarihten itibaren ABD askerleri de dahil yabancı güçlerin geleceğinin ne olacağı tartışmaya açılmaya başlandı. Bu tartışmayı alevlendiren ve ülkenin ana gündem maddesi haline getiren hadise ise Süleymani ve Mühendis’in Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesi oldu. Bu tarihten itibaren İran destekli Şii milis gruplar bir yandan askeri kapasiteleri ile Irak’taki ABD varlığı başta olmak üzere koalisyon güçlerine yönelik saldırılar düzenledi. Diğer taraftan bu grupların Irak hükümetindeki yapılanmaları siyaseten uyguladıkları baskının da artmasına yol açtı. Bu baskılar neticesinde ABD Irak’ta 5 bini bulan asker sayısını 2 bin 500’e kadar indirdi ve konuşlu olduğu Kaim, Kayyara, K1, Habbaniye askeri üsleri gibi üsleri Irak Ordusu’na devretti. Kalan ABD askerlerinin ve farklı ülkelerden daha az sayıdaki uluslararası koalisyon güçlerinin ise Irak ordusuna eğitim ve danışmanlık amaçlı Irak’ta kalacağı duyuruldu.
Bu sürecin ortaya koyduğu bir gerçeklik bulunuyor: Irak’taki ABD askerleri ve uluslararası koalisyon Irak hükümetinin omuzlarında ciddi bir yük haline geldi. Özellikle İran destekli Şii gruplar, ABD ile gerginliğin arttığı her dönemde hükümetin üzerindeki baskıyı artırma yoluna giderek hükümeti bir adım atmaya zorluyor. Bu zorlamayla önceki Başbakan Mustafa Kazımi gibi Sudani’nin de 2024 itibarıyla tanıştığı söylenebilir. Hükümeti, söz konusu zorlamaları yapan Şii grupların desteği ile kurduğu düşünüldüğünde Sudani’nin daha kararlı adımlar atabileceği beklenebilir. Ancak her ne kadar Şii grupların desteğine muhtaç olsa da Sudani’nin göreve geldiği 2022’ten bu yana ABD ve İran arasında dengeli bir ilişki sürdürebildiğini; aynı süreçte Irak kamuoyundaki tepkileri yönetmede başarı gösteren bir aktör olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla Sudani, koalisyon güçlerinin Irak’tan çekilmesine dönük sert söylemler kullanırken bir şekilde gündemin değiştirilmesi ile birlikte süreci de unutturabilir. Ancak bunu yapabilmesi için Irak’taki ABD-İran rekabetinin ve bu rekabetin çatışmaya dönüşmesinin önüne geçilmesi gerekiyor. Ancak İran’ın Erbil’e yönelik son saldırıları da göz önüne alındığında Sudani’nin bu çatışmaları ne kadar durdurabileceği kuşkuludur. İran ile İran destekli Şii milis grupların saldırıları devam ettikçe ve ABD’nin bu saldırılara misillemeleri sürdükçe Sudani’nin süreci bir şekilde geri plana atmasının mümkün olacağını söylemek zor görünüyor. Dahası, Sudani’nin İran ve ABD arasında bir denge tahtasında durmasının da giderek güçleştiği söylenebilir.
Neden Irak?
Bu noktada Irak’taki çatışmaların varlığı ve çatışmaların neden uzayabileceği sorusu sorulabilir. ABD’nin günümüzde Orta Doğu’da en çok çatışma sarmalı içine girdiği coğrafyalar İran’a yakın veyahut İran destekli grupların etkin bulunduğu ülkeler. Suriye’de İran destekli Şii milislerin ABD varlığına dönük saldırıları ve son günlerde Yemen’de Husilerin saldırıları bu duruma örnek oluşturabilecek iken aslında en güçlü örneğin Irak olduğu söylenebilir. Haşdi Şabi çatısı altında bulunan İran destekli gruplar ile Haşdi Şabi’den bağımsız hareket eden irili ufaklı milis yapılanmalar, ABD’nin hem Irak’taki askeri varlığını hem de Bağdat merkezli diplomatik misyon varlığını saldırıları ile zora sokuyor. Dahası bu gruplar, saldırıları ötelemek amaçlı Erbil merkezli konuşlanmaya çalışan Amerikan yönetiminin stratejisini, Erbil’e dönük füze ve dron saldırıları gerçekleştirerek zora sokmaya çabalıyor. Bu yönüyle Irak, İran’a ABD’yi sıkıştırabilmek noktasında son derece elverişli bir ülke olma imkanı sağlıyor. Nitekim bu sıkıştırmayı son saldırıda bizzat kendi askeri kapasitesi ile gerçekleştirmesi İran’ın IKBY’deki ABD varlığını ne kadar önemli bir tehdit olarak gördüğünü ortaya koyuyor.
Bu noktada bölgesel gelişmelere küresel rekabet perspektifinde bakmak da görüş açımızı genişletebilir. ABD, Asya-Pasifik’te Çin ile olan rekabetine odaklanmak isterken, Orta Doğu’daki çatışma sarmalı nedeniyle kendisine istediği hareket alanını sağlayamıyor. Devam eden çatışmalar odağın bir şekilde Orta Doğu’da çeşitlenmesine neden olmuyor. Buna neden olan ülkelerin başında ise Irak’ın geldiğini söylemek mümkün. Kendisini söz konusu çatışma atmosferine sokan tehditlerin Irak başta olmak üzere Orta Doğu’da sosyal, ekonomik ve siyasi güce sahip olması ABD’nin bölgeye dair birincil sorunlarını oluşturuyor. Bu nedenle ABD yönetiminin Irak gibi coğrafyalarda çatışma sarmalı içine girerek "meşgul" bulunmasının Asya-Pasifik’te ABD ile küresel rekabet içinde olan Çin’in lehine sonuçlar yaratabilecek bir senaryo olduğu da unutulmamalıdır.