ABD’nin ötesi berisi

Abone Ol

ABD-Türkiye ilişkilerini, çözümü zor ya da çözümü zaman alacak bir sorunun parantezine sıkıştırmaya pek hevesli olanlar var.

Yapılanları küçümsemek, eleştirmek, lekelemek… hiç olmazsa gölge düşürmek ya da dikkatleri başka yana çevirebilmek için gayret ediyorlar. Kamuoyunu kaygılandırmak için çaba harcıyorlar. Oysa o pencerelerden baktığımızda bütünü göremiyoruz.

Bir yorumcu, Trump’ın Erdoğan’ın sandalyesini çekerek jest yapması için şunu söyledi/söyleyebildi: “Belki de Trump, Erdoğan’a diyor ki; Bak senin sandalyen benim elimde, istersem çekerim!” Oysa aynı yorumcu Trump Netanyahu’nun sandalyesini çektiğinde, bu hareketi güç ilişkisi üzerinden anlatmıştı.

MEŞRUİYET NEYİN NESİ?

ABD-Türkiye ilişkisine gölge etmek üzere dile dolanan ilk kavram: meşruiyet. Kavramı kullanan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack. Barrack’ın konuşmasındaki meşruiyeti bizim bildiğimiz anlamdaki meşruiyet olarak anlamak için bir sebep yok.

Barrack’a göre AB’nin Türkiye’ye bakışında çarpıklık var. Türkiye, Rusya’ya karşı AB’yi koruyan/korumaya hazır olan güçlü bir NATO ülkesi. Buna rağmen AB, Türkiye’yi içine almamakta direniyor. Barrack, AB’nin Türkiye’ye saygı duymasını, bunu da Türkiye’yi alarak göstermesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

Barrack burada saygıdan, saygınlıktan söz ediyor. Üstelik saygı ya da saygınlık AB-Türkiye ilişkileri konuşulurken gündeme geliyor.

Ayrıca; Türkiye’nin bir meşruiyet arayışı, beklentisi yok. Türkiye’nin ABD’den meşruiyet devşirerek kapanacak bir açığı yok. Ne yani Türkiye’de darbe yapılmış da ona mı meşruiyet aranıyor?

İktidarın ABD’den alınacak meşruiyete ihtiyacı olmadığı gibi, muhalefetin de Barrack’ın “meşruiyet verdik” sözünü sabah akşam tekrar etmekte bir kazancı yok. Çünkü o cümledeki meşruiyetin bizim anladığımız meşruiyet olmadığı çok açık. Olsa olsa tercümedeki kayıptan, iki dil ve kültür arasındaki farktan söz edilebilir.

Trump’ın Suriye’de oyalanmaktan hoşlanmadığını, enerjisini Çin’le mücadelesine yöneltmek istediğini tüm dünya biliyor. İlişkileri, yıllardır devam eden, ‘S-400’ler, F-35’ler, F-16’lar, Halkbank, Hamas, Müslüman Kardeşler, dostluk, düşmanlık…’ gibi her biri karmaşık olan sorunların ekseninden çıkarıp, cesur bir adım atarak, saygı çerçevesinde, adeta sıfır noktasından başlatmaktan söz ediyor. Bu sağlam ilişkinin Ortadoğu’da istikrarı sağlayacağını vurguluyor.

Bu bağlantıyı koparıp, sadece meşruiyet kelimesini çekip alırsanız, yanlış yorumlamanız kaçınılmaz olur. “Trump’tan alacağınız meşruiyetle iktidarda kalamazsınız” dersiniz de hiç kimse ne dediğinizi anlamaz.

HANGİ SEÇİMDEN SÖZ EDİYOR?

Trump’ın “O, hile yapılan seçimleri herkesten daha iyi bilir.” sözünün de Türkiye seçimleriyle ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili olmadığı açık. Biliyoruz ki; Trump’ın kendinden başka ilgi alanı yok. “Ben” diyor. “Benim adamım” diyor, “benim olağanüstü başarılarım” diyor. “Ben” demekten bıkmıyor Trump. Dünyayı kendi etrafında döndürüyor. “Seçim hilesi” derken de kendisine karşı yapılan hileden söz ediyor. Çünkü aklı Biden’a kaybettiği seçimde takılı kaldı. Dört yılını seçimlerin hileli yapıldığını, o sebeple kaybettiğini anlatmakla geçirdi.

BÜYÜK RESİM

Trump’ı sadece bu toplantıda tanımadık! Ne övgüleriyle sevince gark olmak doğrudur, ne uyarılarına gerektiğinden fazla anlam yüklemek!

Yakın zamanda Zelenskiy’e nasıl davrandığını, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ı ne kadar zor durumda bıraktığını gördük. Bunları geçtik, Avrupalı liderleri karşısına nasıl hizaya dizdiğine de şahit olduk.

Erdoğan-Trump görüşmesinin olumlu ve onurlandırıcı olduğu ortada. Bu pozitif tablonun parasal ilişki ile sağlandığını iddia etmek de kolay değil. Dünyada ABD’yi ve egosundan başı dönen başkanını, para ile ikna edebilecek bir ülke var mıdır acaba?

Son söz olarak; Trump’ın Netanyahu ile görüşmesinin detayları ortaya çıktığında bütün bu sözlerinin ve tavırlarının sağlaması yapılacak. Asıl resim o zaman ortaya çıkacak.