Adaletin sessizliği ve küresel çifte standart

Abone Ol

Dünya, adaletin sesi olması gereken kurumlarla dolu. Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı… Kocaman salonlar, şatafatlı kürsüler, uzun bildiriler… Ama bir bakıyorsunuz, sahnede yükselen sözler, Gazze’de eÇifte standart, güçlülerin haklı sayıldığı, zayıfın ise suçlu ilan edildiği bir dünyayı tanımlar. Oysa adalet, evrensel olmalı; ölçüsü güç değil, vicdan olmalıdır. Ama bugün uluslararası sistem, çıkarların terazisinde dönüyor.

Bir ülke küçük çaplı bir müdahalede uluslararası tepki çekiyor, başka bir ülke ise milyonlarca insanın hayatını hiçe sayarak kendi yayılmacı politikalarını sürdürüyor ve çoğu zaman yaptırım görmüyor. Bu çelişki, insanlığın ortak vicdanını zedeleyen en büyük sorunlardan biri. İsrail’in Filistin’e uyguladığı sistematik baskı ve saldırılar buna en güncel örnek. Gazze’de çocuklar ölüm korkusuyla büyürken, dünyanın bazı köşelerinde resmi açıklamalar “tarafsızlık” kisvesi altında sunuluyor. İnsan hakları örgütleri, uluslararası medya, hatta bazı hükümetler suskun.

Bu sessizlik, adaletin değil, güç ilişkilerinin sesi oluyor. Dünyada vicdan, yalnızca güçlü olanın arkasından konuşuyor. Bir başka çarpıcı örnek, Rusya-Ukrayna savaşı. Milyonlarca insan yerinden edilirken, farklı ülkelerin tepkileri farklı boyutlarda. Kimi ülkeler ciddi yaptırımlar uygular, kimi ülkeler ise çıkarlarına göre sessiz kalır. Uluslararası toplumun bu tutarsızlığı, çifte standartın en somut göstergesidir. İnsan hayatı, hangi ülkede doğduğuna göre farklı değer taşıyor.

Adaletin sessizliği yalnızca uluslararası ilişkilerle sınırlı değil. Küresel ekonomi, teknoloji, ticaret alanlarında da aynı çifte standart yaşanıyor. Küçük üreticiler, büyük şirketlerin ve devletlerin rekabetinde ezilirken, aynı kurallar güçlüler için esnetiliyor. İnsani krizler, ticari çıkarların gölgesinde eriyor; vicdan ise bir köşede sessizce bekliyor.

Oysa adaletin evrenselliği, insanlığın varoluş nedenlerinden biridir. Bir ülkenin veya bir grubun çıkarı, başka insanların hayatına üstünlük kuramaz. Savaşın, açlığın, göçün ve zulmün gölgesinde büyüyen her çocuk, aslında bize soruyor: “Siz neredesiniz? Sizin adaletiniz nerede?” Sessizliğimiz, onların sorularına verdiğimiz cevaptır ve tarih bu cevabı kaydedecektir. Bugün sessiz kalan dünya, yarın kendi vicdanıyla yüzleşmek zorunda kalacak.

Zulüm karşısında susmak, sadece mağduru değil, sessiz kalan toplumları da etkiler. Tarih, sessiz kalanların ve çıkarlarını adaletin önüne koyanların isimlerini unutmaz. Küresel vicdanın sesi, ancak güçlü bir irade ve kararlılıkla yeniden yükselirse adalet yeniden inşa edilebilir.

Çifte standart, sadece uluslararası politikada değil, bireysel ve toplumsal vicdanlarda da bir sınavdır. İnsanlık, güçlü olanın haklı sayıldığı bir dünyada değil; haklı olanın güçlü olduğu bir dünyada yaşamalıdır. Ve haklı olan yalnızca devletler veya büyük aktörler değildir; haklı olan, açlıkla sınanan, zulme uğrayan, sesi duyulmayan milyonlardır. İşte bu yüzden adaletin sessizliği, sadece uluslararası hukukun değil, insanlığın utancıdır.

Her birimiz vicdanımızı harekete geçirerek bu sessizliği bozabiliriz. Bir protesto, bir yazı, bir ses; küçük görünen ama zincirin en güçlü halkası olabilir. Dünya, sessizliğe değil, cesur vicdanlara ihtiyaç duyuyor. Son söz: Küresel çifte standartların hakim olduğu bir dünyada, adaletin sesi sadece güçlülerin değil, haklıların yanında olmalıdır.

Aksi takdirde, insanlık tarih boyunca kendi vicdanıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Ve Filistin’de, Gazze’de, Sudan’da, Ukrayna’da, dünyanın dört bir yanında çocuklar büyürken, biz sustukça adaletin sessizliği derinleşecek, vicdanımız zedelenmeye devam edecektir. Enkaz altında kalan çocukların, Afrika’da açlıktan ölen binlerce insanın yanında sessizliğe gömülüyor. İşte küresel adaletin en acı gerçeği: Çifte standart.