Türkiye, son yıllarda sadece coğrafî değil, aynı zamanda stratejik derinliği olan bir devlet olarak Doğu Akdeniz’de yeniden söz sahibi oluyor. Bunun en somut işaretlerinden biri de İstanbul’da düzenlenen üçlü zirve: Cumhurbaşkanı Erdoğan, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’nin aynı masa etrafında toplanması, sadece diplomatik bir buluşma değil; bölgede kartların yeniden dağıtıldığı bir dönemin işaret fişeğidir.
Zirve, klasik bir diplomatik nezaket toplantısının ötesine geçti. Gündeme taşınan başlıklar, enerji güvenliğinden deniz yetki alanlarına, göç krizinden Libya’nın yeniden inşasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Ama bu zirveyi asıl önemli kılan şey, Türkiye’nin denge kuran değil, denge kuranları belirleyen bir aktör olarak masada oturmasıydı.
Türkiye’nin Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanları Mutabakatı, geçmişte Avrupa’nın birçok başkentinde rahatsızlık uyandırmıştı. Ancak zaman Türkiye’yi haklı çıkardı. Şimdi İtalya da bu gerçeği kabullenmiş gibi görünüyor. Çünkü enerji krizi Avrupa’nın kapısını çalarken, Akdeniz’in altındaki hidrokarbon rezervleri artık diplomatik kaprislerin değil, gerçekçi iş birliklerinin konusu hâline geliyor. Türkiye, tam da bu noktada, hem Doğu hem Batı ile konuşabilen az sayıdaki aktörden biri olarak öne çıkıyor.
İtalya’nın bu masada yer alması, Roma’nın da Ankara ile daha yapıcı bir sayfa açma niyetinde olduğunu gösteriyor. Zira Libya’da istikrar, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Avrupa’nın da güvenlik çıkarlarına doğrudan etki ediyor. Türkiye, sahada belirleyici olduğu kadar masada da etkili bir güç olduğunu bir kez daha gösterdi.
Zirvede öne çıkan bir diğer başlık ise Libya’nın yeniden inşası. Yıllardır iç savaşla boğuşan ülke, altyapısını kaybetmiş durumda. Türkiye, daha önce Somali, Sudan ve Katar’da gösterdiği kalkınma tecrübesini Libya’da da devreye sokmak istiyor. Bu yalnızca ekonomik kazanç hedefli bir adım değil; aynı zamanda uzun vadeli barışın ve bölgesel entegrasyonun yapı taşlarından biri olabilir.
Göç konusu ise, Avrupa’yı yakından ilgilendiren bir diğer mesele. Libya üzerinden Akdeniz’i aşmaya çalışan binlerce göçmen, Brüksel’in de, Roma’nın da başını ağrıtıyor. Bu noktada Türkiye’nin, güvenlik politikaları ile insani yaklaşımları birleştiren tecrübesi, İtalya için değerli bir ortaklık fırsatına dönüşüyor. Göç akınlarını kaynağında yönetmek isteyen Avrupa, artık Türkiye ile birlikte çalışmadan bu yükün altından kalkamayacağını biliyor.
Zirve sonrası verilen mesajlar dikkatle okunmalı. Erdoğan’ın “Akdeniz’de adil iş birliği” vurgusu, aslında sadece Libya’ya değil, tüm bölgeye yönelik bir çağrıydı. Türkiye, tek taraflı dayatmalara karşı, çok taraflı iş birliğini savunuyor. Ne var ki bu çağrının muhatapları arasında hâlâ kulağını kapayanlar var: Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi aktörler, hâlâ eski paradigmalardan medet umuyor.
Oysa yeni dünya düzeninde deniz yetki alanlarını haritalarla değil, ortak projelerle çizmek gerekiyor. Enerjiden ulaşıma, güvenlikten ticarete kadar birçok alanda Türkiye’nin öncülüğünde yürütülecek projeler, Akdeniz’i çatışma değil kalkınma denizine dönüştürebilir.
Zirvenin bir başka sembolik önemi de İstanbul’un ev sahibi oluşuydu. Çünkü İstanbul, tarih boyunca Doğu ile Batı’nın kavuşma noktası olmuş bir şehir. Bu zirvede de, aynı sembolizmin gerçek politikaya dönüştüğü anlara tanıklık ettik.
Türkiye-İtalya-Libya zirvesi sadece bugünün değil, geleceğin de rotasını çizen bir toplantı oldu. Türkiye’nin hem masa başında hem sahada gösterdiği akılcı strateji, bölge halklarına umut verecek yeni bir dönemin kapılarını aralıyor.
Artık mesele, bu fırsatları vizyona dönüştürmekte. Türkiye bu yolda yürürken, Akdeniz’in kaderi İstanbul’dan yazılıyor.