Anne ve babaların sorumluluğu

Abone Ol

Anne babalar olarak yavrularımızı nelere doğru yetiştiriyoruz, iyi bakalım. Kalplerine neyi koyuyoruz, gözlerine neyi yerleştiriyoruz, bir düşünelim. TV ve telefonlara bakarken onların neler aldığını unutmayalım. Sonra kendimizi sorguya çekelim. Bilelim ki o yavrular yarın ahiret gününde yakamıza yapışıp; “Anne, baba! Neden bana Allah’ın yolunu öğretmediniz?” diyebilirler. Eğer bu minvalde yetiştirilmedilerse diyeceklerdir tabii ki. Çünkü cehennem çok acıdır. Rabbimize sığınırız. İnsan evladını nereye doğru götürüyor, çok iyi düşünmelidir.

EN BÜYÜK MİRAS

Bir ana babanın çocuğuna vereceği en kıymetli şeyi, Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v.) şöyle haber verir:

 “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77) 

Yine buyurur ki;

"Çocuklarınıza ikram (ve ihsan) ediniz. Onları güzel terbiye ediniz." (İbn Mâce, "Edeb", 3)

Kur’an-ı Kerim’de ise, çocuklarımızın ibadeti konusunda Hz. İbrahim’in (a.s.) şu duası bizlere en güzel uyarı ve nasihattir:

“Yâ Rabbî, beni ve neslimi namaz kılanlardan eyle!” (İbrâhîm, 40) 

Yavrularına yalanın, haramın ne kadar kötü olduğunu anne babalar mutlaka öğretmeli ve hayatlarında uygulamalıdır. Bakınız Peygamberimizin bu husustaki tutumuna:

DOĞRULUK

Abdullah bin Amir (r.a.) anlatıyor: Efendimiz (s.a.v.) evimize gelmişti. Ben de küçük bir çocuktum. Oyun oynamak için evden çıktım.

Bir ara annem beni çağırdı; “Abdullah, gel sana bir şey vereceğim” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) anneme sordu; “Ona ne vereceksin?”

Annem, “hurma vereceğim” deyince, Efendimiz şöyle cevap buyurdu: “Eğer çocuğa hurma vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80.)

Yine hadiste buyurulur ki; “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete iletir. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru’ olarak yazılır. Yalandan sakının! Çünkü yalan insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme iletir. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı’ olarak yazılır.” (Müslim, Birr, 105.)

Ayet-i Kerimede ise Allah (c.c.) şöyle emir buyurur:

 “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (17 İsrâ, 36.)

AİLE OLMAK

Ne yazık ki günümüzde bazı yavrularımızın ya doğumu engelleniyor ya da doğumdan sonra felaketler yaşanıyor. Gayrimeşru doğanlar ya öldürülüyor ya da cami önüne veya çöpe bırakılıyor. Bunlar da ayrı birer felaket!

Bir çocuğun temiz bir aileden dünyaya gelmesi en önemli konudur. Zina ve fuhşiyatın çeşitli isimler altında yaygınlaştırıldığı dünyamızda maalesef biz de nasibimizi alıyoruz. Günbegün bu musibet artarak devam ediyor. Kavgalar, tehditler, tacizler, arkadaşlık veya sevgili adı altında zinalar, aldatmalar ve öldürülmeler artıyor. Bakıyorsunuz bir mağazada bile olmayacak tacizler. Sebep ne? Allah’ın hükmüyle yaşamamak ve hükmetmemek. Hâlbuki Allah’ın hükümlerinde hayat vardır.

ÇOCUKLARIN HAKKI

Her çocuğun temiz bir anne baba; yani sahih nikâhla evli bir aileye ihtiyacı vardır. Güzel bir isme ve terbiyeye muhtaçtır. Ya ilim ya da sanat dalları öğretilmelidir. Allah’ın emrine uygun bir tarzda da yetiştirilmelidir. İyi bir aile eğitimi alan çocuklar toplumda daima seçkin olarak belirlenecektir. Bu çocuklar yine aile yuvası kuracak ve milletin devamı sağlıklı bir şekilde sağlanmış olacaktır.

Günah ve haramlarla yetişen ya da İslâmî bir eğitim ve terbiye almayan nesillerden ne fayda beklenebilir ki? Ecdadını tanımayan, vatan sevgisi verilmeyen bir neslin sonu ne olabilir ki?

Ahlâk ve edebi olmayan, temiz bir kazançla büyütülmeyen “haramzade” bir çocuktan beklenebilir ki? Bunlar hem aile hem de devletin gayretleriyle önlenebilir ve öyle de olmalı. Yoksa geleceğimize yazık ederiz.

DEĞERLERİMİZ

Nice değerlerimiz vardı bizim. Onların başında da Allah için sevgi ve muhabbetimiz geliyordu.

Nereye gitti acep Allah için sevgiler, muhabbetler, kucaklaşmalar?

Şimdi kupkuru kaldı gönül ülkelerimiz!

O’nun için kucaklaşırken O’nun dostlarıyla, “Yâr” kokusunu alıyordu gönül duyularımız. Misâfirperverlik bunun içindi. O’nun için ağırlanırdı nice misâfirlerimiz.

Zaman zaman aklımıza geliyor geçen günler. Ziyaretleşmeler vardı, Allah için; dostluk vardı, Allah için… Hani ne demişler;

“Gönül ne kahve ister ne kahvehane,

Gönül dost ister, kahve bahane.”

Öylesine muhabbetlere dalınırdı ki, kalpler yanar, gözler ağlardı. Saatler bu muhabbetle geçerdi de farkına varılmazdı. Aşkullah galebe çalardı da dünya zevkleri hiç olurdu. Nerede bir vasıta o günlerde? Bir uçtan bir uca yaya gidilirdi de yorgunluk hissedilmezdi. Telefon mu vardı o gün? Hayır! Ama resmiyet yoktu ki! Varsa dost, girilir, yoksa geri dönülürdü. Hem de sevabı daha fazla alınırdı.

DÜNYEVÎLEŞTİK OLDUKÇA

Dünya meşgalesi ve sevdasının bolca yer tuttuğu şu günler aslında, insanın kendisine yaptığı zulümlerle doludur. Kişi kendisini yaratan Rabbi için yaşamayı unutmuş, gaflet bataklığına düşmüş, derdi ve tasası hep dünya olmuş ne yazık ki! Ama gel gör ki, uğrunda çabaladığı dünya kendisine vefa etmiyor. Bu manayı kavrayamayan insan ise habire onun ardından koşturup duruyor.

Sahabe-i Kiram geliyor aklımıza yine. Hep Allah için yaşayışları. Hep Allah (c.c.) için sevgi, muhabbet ve ziyaretleşmeleri. Onları ne güzel yetiştirmiş o güzel sultanımız. Keşke bizler de onlara benzeyebilsek…

EŞSİZ MANALAR

Nice eşsiz manzaralar var onlardan bize miras kalan. Bir gün bir sahabî gelir Efendimizin (s.a.v.) yanlarına. Daha sonra da müsaade alan zatı göstererek;

“Yâ Rasûlallah! Ben şu adamı çok seviyorum” der.

Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem:

“Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?” diye sorar.

“Hayır, söylemedim” deyince:

“Hemen git ve ona kendisini sevdiğini söyle!” buyururlar.

Sahâbî yerinden kalkar, o zâtın arkasından yetişir ve:

“Ben seni Allah rızâsı için seviyorum,” der.

O da ona şu eşsiz cevabı verir:

“Uğrunda beni sevdiğin Allah da seni sevsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 112, 113; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 140-141, 150)

BİR KISSA

Şu müstesnâ manzaraya bir bakın kardeşlerim. Ne temiz bir ifade ve ne kadar duygu yüklü bir duâ. Böylesine nâdîde hâller ancak Allah muhabbetiyle yanan kullardan zuhur eder. Hiçbir dünyevî maksat gözetmeyen ve sadece Allah için birbirlerini seven kullardan ortaya çıkar. İşte onlardan birisini de Kâinatın Efendisi nûr insandan dinleyelim:

“Vaktiyle adamın biri, bir başka köydeki din kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, onu gözetlemek ve kendisiyle konuşmak için (insan suretinde) bir meleği görevlendirdi.

Melek, adamın geçeceği yol üzerinde onu beklemeye başladı. Yanına gelince:

“Nereye gidiyorsun, kardeş?” diye sordu.

“Şu ilerideki köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum,” dedi.

“O senin akraban mı?”

“Hayır!”

“Ondan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?”

“Hayır. Ben onu sırf Allah rızâsı için seviyorum; ziyâretine de bu sebeple gidiyorum.”

O zaman melek şunları söyledi:

“Sen onu nasıl seviyorsan, Allah da seni öyle seviyor.

Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim.” (Müslim, Birr 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 462, 50)

İşte en güzel sonuç ve kazanç!

 YÜCE DAVA

Ne kadar da ulvî bir dava bu:

"De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir." (6 En’am 162)

Konumuzu bir hadis-i şerif ve ayet-i kerime ile devam ettirelim:

"Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için engel olursa, imanı olgun hâle gelmiş olur." (Ebû Davûd, sünnet 15.)

"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasûldür ve iman edenlerdir. (O iman edenler ise) Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler." (5 Maide 55.)