“Ayrılık” imlasının kombinasyonları

Abone Ol

nsanoğlunun ömür yolculuğu içerisinde, ayaklarını yerden kesen, onu mutlu eden veya ruhen yükselten eşikler olduğu gibi insanı zorlayan, hırpalayan, kavuran temel taşları da vardır. Bütün bu yükseliş ve alçalışlar, iyi bir gözlemci ve hayat öğrencisi için hayat yolunda bizleri pişiren işaret taşlarıdır.

Aynı yükseliş ve alçalışları yaşayıp çiğ kalan insanlar da olabilir. Hayatın acı ve sıkıntıları insanların bir kısmını sadece yakıp geçer, ama bir türlü olgunlaştırıp pişirmez. Yunus’un deyimiyle “hamlıktan pişme noktasına” getiren çileler, meyveleri olgunlaştırıp pişiren güneşin harareti ile gibidir. İnsanın en değerli ve verimli zamanı, pişmesini tamamladığı, yani uzun tekâmül yolculuğundan olgunlaştığı zamanlardır. İyi bir hayat yolcusu, bir seyyah ve akıllı bir adam, hayat yolunun insanı bilgeliğe ve ruhun tekâmülüne taşıyacak aşamaları içerdiğinin farkındadır. Bu aşamalardan biri ölüm, biri ayrılık, biri de hastalık da dahil diğer sıkıntılı zamanlar…

İyi bir hayat yolcusu için bu zorlukların her biri geçici olan emanetlerin yani ömür, beden ve kalbimizde saklı büyükçe parlak bir cevher olan ruhu, aşamadan aşamaya yükseltmek üzere birer vesiledir. Ruhlarımız bir çocuk masumiyeti ve sadeliğinde kalmak üzere zamana direnirken bedenlerimiz ve sınırsız arzularımız bizleri bir hedonizm girdabından aşağıya doğru baş aşağı çekmeye çalışıyor. Yazının başında, hayatın insanı pişiren işaret taşlarından bahsettik. Bunlardan birisi olan ayrılık her renk ve her derinliğiyle hayatın bir parçası olarak önümüzdedir. Hastalıklarda küçük ayrılıkları içerir. Bedenin gücünün zayıflaması ve düşkünlüğüyle alışageldiğimiz rutinlerden küçük ayrılıklar yaşarız. Bugüne kadar çaresi bulunamayan ölüm, uzun süreli bir ayrılık gibidir ve ölümün kardeşidir. Ölüm büyükçe bir ayrılıksa küçük ayrılıklar küçük ölümler anlamına gelir. Hayatın içerisindeki ayrılıklar bin bir çeşit kombinasyonla önümüze çıkabilir: Bazen vuslatı (kavuşma) mutlak olan ayrılıklar vardır.

Üç nokta (…) ile devam eder. Bazen içinde vuslat ümidi yüksek olan ayrılıklar vardır. Virgül (,) gibi… Kaldığı yerden devam eder. Bazen de gönüllü ve “her ne olursa olsun” diyerek yaşanan ayrılıklar vardır, noktalı virgül (;) gibi… Bitmesi istense de bitemeyebilir… Bazen de çaresiz, gönülsüz, rızasız ayrılıklar vardır. Bu ayrılıklar, “nokta” (.) gibidir ve çoğu zaman sonlandırır. Amma, nokta konulsa bile defterde satırların üzerinde kalem izleri kalır. Bazen de ölümlerde olduğu gibi dost ve sevdiklerinizle vuslatı ahirete kalmış olan ayrılıklar vardır. Ömür sermayeleri tükenip vadeleri dolan ve ebedi yurda göç edenlerle yeniden buluşana kadar uzun ve zorunlu bir ayrılık vardır. Kimimizin annesi, babası, kardeşleri ve yakınları bu ölümün getirdiği ayrılığın acı hissesini tatmıştır.

Bir dosttan ayrılığın acısını ömür boyu çeken eskilerden; ölen babasının yasını ve acısını bir günde unutabilen insanların yaşadığı çağa gelene kadar ne kadar da çok şey değişmiş. Kimileri de bu hayatta farklı bir ayrılık ve hasret acısını ölüm olmaksızın tadarlar. Dünyanın her köşesinde ailelerinden ve sevdiklerinden mahrum bırakılan milyonlarca insan bir vuslat yaşayıp yaşamayacaklarını, onlarla kavuşup kavuşamayacaklarını bilemeden ölüm benzeri bir acıyı yaşıyorlar. İstanbul’da annesinden, babasından, kardeşlerinden, çocuklarından ayrılmış ve geriye dönemeyen Uygur gençleri görüyorum. İçimiz dışımız paramparça… Suriye’de parçalanmış ve dağılmış ailelerin acılarını görüyor, Arakanlılar’ı ise uzaktan bakarak bültenlerden sadece izliyoruz.

Ölüm benzeri acı ayrılıklar bunlar. Dini, dili, inancı ne olursa olsun bir insanın ve hatta hayvanların maruz kaldıkları acılar insan olan herkesin içini acıtır. Sonra, insanların gönüllü olarak ve keyfi olarak yaşadıkları veya yaşattıkları ayrılıklar da vardır hayatta. Her ne şekilde olursa olsun büyük veya küçük her ayrılık insanı ruhen yükseltip ilerletirken ciddi şekilde hırpalar ve yorar. Ayrılıkların acısını birazcık da olsa azaltan ve teselli veren sonsuz bir hayatın varlığı değil midir?

Zamanı ve zemini kısıtlı bir hayatın içindeki bunalım ve darlıklardan çıkıp hiç bitmeyecek sonsuz bir hayatı ve bir daha asla yaşanmayacak olan ayrılıkları sona erdirmek üzere nihai, büyük bir vuslata bizleri taşıyor.

Şair Şehriyar’ın dediği gibi;

“Bilmez idim döngeler var, dönüm var, (Y)itginlik var, ayrılık var, ölüm var.”

Veya Mevlana Mesnevi’nin giriş cümlesine Ney’in hazin iniltisinin, onu hırpalayan ayrılıkların ıstırabından kaynaklandığını ifadeyle başlamış:

“Bişnev in ney çün hikâyet mîkuned Ez cüdâyîhâ şikâyet mîkuned”

Yani,

“Dinle neyden halini ki hikâyet etmede,

O, ayrılıklardan şikâyet etmede”

Fonda duyduğum Türkiye’de de artık klasikleşmiş bir “ayrılık” şarkısının “Her bir dertten olar yaman ayrılık” vurgusu ve müziğin hazin tınıları iç burkuyor. Fakat insan yaşadıkça şunu da anlıyor: Ayrılık herkesin hissedebileceği kadar gerçek, amma herkesin kalbinin büyüklüğü kadar hissedebileceği izafi bir gerçek. Fonda yine eski Eski bir Türkü’nün müziği başladı:

“Ölüm Allah’ın emri de, ayrılık olmasaydı…”