BAHÇELİ–İMRALI HATTI; BELKİ DE KORKULAN DEĞİL, GEREKEN BUDUR

Abone Ol

Devlet Bahçeli’nin “Gerekirse alırım yanıma üç arkadaşımı, İmralı’ya gitmekten imtina etmem” sözleri Türkiye’de bir anda tartışmayı bambaşka bir yere taşıdı.

Çoğu kişi bu çıkışı anlık bir meydan okuma, siyasi bir rest, muhalefete atılan bir taş olarak okudu.

Oysa mesele çok daha büyük.

Bahçeli aslında gitmek için söylemedi bu sözü.

Süreci hızlandırmak için söyledi.

Süregelen terörsüz Türkiye hedefi, devlette kurulan yeni diyalog mekanizması ve milli birlik ikliminin oluşması için bir tetikleyiciydi bu.

Fakat ilginç olan şu:

Bahçeli’nin cümlesi, dile getirilirken bir stratejiydi;

ama söylendikten sonra bir ihtimal hâline geldi.

Ve düşündükçe, aslında hiç de fena bir ihtimal olmadığı fark edildi.

Gerçekten de Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan’la İmralı’da yüz yüze gelse ne olur?

* Devlet otoritesi güçlenir.

Terörün bitişi için en sert duruşu temsil eden liderle örgütün kurucusunun aynı masada olması, dağa ve Kandil’e en net mesajdır: “Devletin iradesi değişmez.”

* Dağ kadrolarının manipülasyon alanı sıfırlanır.

Öcalan’ın sözünü araçsallaştıran, kendi çıkarı için çarpıtan hendekçi–Kandilci çizgi tamamen devre dışı kalır.

* Çözüm siyaseti millet eksenine döner.

Bu defa süreç sokaklara, yabancı ülkelere, gizli mutfaklara değil; meşruiyet kaynağını milletten alan bir lidere yaslanır.

* Devlet içindeki irade tekleşir.

Sürecin güvenlik ayağıyla siyasi ayağı aynı fotoğrafa girer.

Bu, dünyaya bile mesajdır: “Bu ülkenin terörle mücadelesi, iç siyasi pazarlıkların değil, devlet aklının işidir.”

* PKK üzerindeki psikolojik üstünlük tamamen Türkiye’ye geçer.

Bahçeli gibi bir figürün İmralı’ya gitmesi, örgütün kırk yıllık anlatısını çöpe atar.

Onların en büyük korkusu da budur zaten.

Peki Türkiye böyle bir fotoğrafa hazır mı?

Evet.

Çünkü halk yoruldu.

Anneler, babalar, şehit aileleri yoruldu.

Ekonomi yoruldu.

Siyaset yoruldu.

Bu ülke artık terörsüz bir Türkiye’ye susadı.

Bugün İmralı’da Bahçeli–Öcalan görüşmesi, romantize edilmiş bir çözüm süreci değil; devletin disipline ettiği, “milletin üstünlüğü”nü masaya koyduğu bir final hamlesi olabilir.

Unutmayalım:

Devlet Bahçeli, Türkiye siyasetinde sadece bir parti lideri değildir;

kriz anlarında devreye giren, doğru zamanda doğru pozisyon alan bir denge merkezidir.

Bugün aynı akıl, terörün tamamen bitirilmesi için devreye girebilir.

Belki de korkulan değil, gereken budur.

Ve belki de vakit gelmiştir:

Belki de Türkiye’nin önünü açacak en cesur ihtimaldir.

/////

DEMİRTAŞ’IN SERBEST BIRAKILMA VAKTİ GELMEDİ Mİ?

Türkiye siyasetinde uzun zamandır görmediğimiz bir cümle kuruldu:

“Süreç başarılı olsun, ben burada bir ömür boyu yatmaya razıyım.”

Bu söz, Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden gönderdiği mesaj.

Kendini değil, ülkeyi önceleyen bir duruş…

Siyasi rekabeti değil, toplumsal huzuru önceleyen bir ton…

Şimdi Türkiye’de sormamız gereken soru şu:

Demirtaş serbest bırakılmalı mı?

Bu sorudan korkanlar var, duymak istemeyenler var, tartışmayı bile tehlike sayanlar var.

Ama gerçek şu ki:

Demirtaş sadece bir hukuk dosyasının konusu değil, Türkiye’nin toplumsal psikolojisinin tam ortasında duran bir figür hâline geldi.

Cezaevinden gelen bu son açıklama da şunu gösteriyor:

Demirtaş, kişisel özgürlüğünü sürecin önüne koymayacak kadar “etki alanının farkında” bir siyasi aktör.

Bu cümle, bir meydan okuma değil; bir “sorumluluk beyanı”.

Şimdi mesele şudur:

Türkiye normalleşecekse, siyasetin dili yumuşayacaksa, kutuplar törpülenecekse, bu toplum iç gerilimlerini azaltacaksa…

Bu soruyu artık kaçmadan, eğmeden, bükmeden tartışmak zorundayız.

Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması

— onu sevenler için bir “hak” meselesi,

— sevmeyenler için bir “risk” meselesi olabilir.

Ama devlet aklı açısından mesele çok daha yalın:

Türkiye’yi ileri taşıyacak mı, yoksa geriye mi çekecek?

Bugünün şartlarında görünen şu ki:

Demirtaş’ın özgürlüğü, siyaseti yeniden normalleştirmek, Kürt seçmeni sistem içinde tutmak, demokratik zemini güçlendirmek gibi sonuçlar doğurabilir.

Tam da bu nedenle, artık bu tartışmayı korkmadan yürütmek gerekir.

Son söz net olsun:

Demirtaş’ın özgürlüğü, Türkiye’nin nefes borusunu açacak bir adım olabilir.

Ve bugün, bu soruyu sormaktan kaçan herkes, yarın çok daha büyük bir yükün altında kalacaktır.

/////

AF YOK…

PEKİ NE GELİYOR?

Türkiye haftalardır “genel af” konuşuyor ama gerçek çok daha net:

Devlet büyük bir af çıkarmıyor .. Tam tersine sistemi kökten yeniden inşa ediyor.

Bu ne demek?

Devlet artık “kapı açıp salmak” dönemini kapatıyor;

yerine daha sert, daha seçici, daha akıllı bir infaz mimarisi koyuyor.

Toplumsal huzuru bozan suçlarda cezalar ağırlaşıyor:

Meskûn mahalde silah → 1–5 yıl.

Yol kesme → doğrudan hapis.

Örgüt üyeliği → ceza sınırları yukarı çekiliyor.

Çocukları suça sürükleyenlere → ağırlaştırılmış yaptırım.

Ama öte yandan:

Düşük şiddetli ve sosyal yönü tartışmalı dosyalarda infaz iyileştirmesi,

denetimli serbestlik düzenlemeleri ve geçiş kolaylıkları geliyor.

Yani ortada bir “af” yok;

suça göre terzilik yapan bir adalet mühendisliği var.

Bu yaklaşımın mesajı çok açık:

Devlet, suçluyla pazarlık etmez.

Devlet, toplumsal huzuru kimsenin keyfine bırakmaz.

Ve devlet, ceza rejimini popülizme değil, güvenlik ve caydırıcılığa göre kurar.

Sonuç?

Türkiye bir af yasasının değil, yeni bir adalet düzeninin eşiğinde.