“Bayram” eve sığmıyormuş

Abone Ol

Çin’de ortaya çıkan ve kısa sürede küresel bir tehdit haline gelen yeni tip koronavirüs nedeniyle aylardır evlerimize kapalı halde yaşıyoruz. Normal zamanda çok anlaşılmıyor da bayramda bir başka dokunuyor. Büyüklerimizin uzun uzuna anlatışlarından da etkilenerek “Nerede o eski bayramlar” diye iç geçirmeyi adet edindiğimiz yakın zamandaki bayram günlerini bile büyük bir özlemle anıyoruz. Şimdi sorsam, geçtiğimiz seneki Ramazan bayramı nasıldı diye kaç kişi “Eski bayramların yerini tutmadı” diyebilir? Yazımın gelişme kısmına doğru ilerlemeden, geleneğe ben de katılayım; geçmiş bayramınız mübarek olsun. Umarım üstad Sezai Karakoç’un “gök sofrası” dediği Ramazan ayında, midemizle beraber ruhumuza da ziyafet verebilmişizdir. Zira oruç; sadece aç kalmak değildir. Eğer böyle yapmışsak; geçmiş olsun, boşa aç kaldık. Hakeza varlık sahibi olup da ihtiyaç sahiplerini unutmuşsak; eyvahlar olsun, aldandık…

*****

Güzel şeylerin değeri, yokluğunda daha iyi anlaşılıyor; salgınla mücadele nedeniyle haklı olarak alınan önlemlerden ötürü, Anadolu irfanının yüzlerce yıllık birikimi olan bayram geleneklerimizin önemli bir kısmını yaşayamadık ve değerini anlamış olduk. Belki de bunun üzerine düşünüp iç dünyamızın sesini dinlemek, gelecek bayramlarımızı o meşhur “eski bayramlar” tadında geçirmemizi sağlayabilir. Böylelikle şer gördüğümüzden yine bir “hayr” çıkabilir. Ne güzelmiş değil mi; ailenin erkekleri olarak camiye koşup bayram namazı kılıp o tadı alabilmek. Sıla-i rahim yapıp bayramı köyümüzde geçiriyorsak; cami çıkışındaki “bayramlaşma” merasimine katılabilmek. Eve geldikten sonra hemen ev ahalisinin bayan üyeleriyle bayramlaşabilmek; onların hazırladığı “bayram sofrasına” büyük bir mutlulukla oturabilmek. Hele ki geniş aile bir arada olup anne baba başköşede; gelinler, damatlar, yeğenler, kardeşler vs. yan yana olabilmek… Diyebilirsiniz ki; bayram sofrası yine kuruldu. Benim bahsettiğim; bizler bayram namazındayken evdeki bayanların büyük bir özveriyle kurduğu ve bizleri beklediği, sosyal mesafe tanımadan oturduğumuz bayram sofrası. Büyüklerimizin ellerinden öpebilmek, yüz yüze kurulan muhabbetin sıcaklığında hayır dualarını alabilmek ne güzelmiş. Kapıya gelen komşu veya hiç tanımadığın kimselerin çocuklarına önceden hazır ettiğin şekerleri verip başlarını okşayıp göndermek “sıradan” değilmiş…

*****

Evet, bu bayram ne yazık ki bunları gönül rahatlığıyla yapamadık. Dolayısıyla uzun yıllar sonra, belki de toplum olarak en “buruk” bayramımızı geride bıraktık. Tabii yine şükredelim; Doğu Türkistan, Gazze, Suriye, Afrika, Arakan vb. bölgelerdeki kardeşlerimiz uzunca yıllardır huzurlu bir bayram yaşayamıyor. Onlara bu zulmü reva görenlerin ve savunucularının da inşallah bir aşısı bulunur; “insanlık” bayram eder. Ümidimizi yitirmeyelim; daha çok bayramları özlem duyduğumuz geleneklerimizle birlikte yaşayacağız inşallah. Hem bu acı tecrübeden sonra yeni bayramlar, eskileri aratmayacaktır diye düşünüyorum. Kalın sağlıcakla…