Bir ‘8 Mart’ anatomisi

Abone Ol

Konuya başlamadan evvel şunu belirtmeliyim ki ben, kişiler yerine zihniyetleri eleştiren bir kalemimdir.

Kişiler gelip geçidir ama zihniyetler kalıcı.

Eğer bir anlayış bozulursa, tekrar tamir etmek ve yayılmasını engellemek imkânsız hale gelebilir.

Bu sebeple, ana muhatabım kişiler değil, mantalitelerdir.

Dün, kadınlar günüydü malum.

Evet, kabul ediyorum;

Kadının adı yok. Kadının sesi yok çünkü kadının gücü yok!

Bu sebepledir ki…

Sözde modernist düşünce yapısı, fırsatı kaçırmadı ve kadına karşı yapabileceği en büyük kötülüğü yaptı;

Asıl özgürlüğün eğitimde, bilimde, kitaplarda olduğu gerçeğine sünger çekti, sanat için soyunmayı, sevişmeyi hatta güzelleştirme vaadiyle kandırıp zehirli kozmetik terörünü meşru kıldı.

Sabah kuşağı yayınlarıyla göbek attırıp, öğlen kuşağında hafiyecilik oynattı.

Akşamları dizilerde birbirini öldüren, kandıran, aldatan karakterleri sundu önlerine.

Gel de, karşı gelme bunlara şimdi!

Karşıyım birçok nedene…

Mesela özgürlük kavramını alıp zımnen miniye, badiye, bikiniye, süse püse kadar indirgeyen, ‘tersine Batılılaşan’ o rezil kafa yapısına karşıyım.

Hiç çekinmeden şehvet duygusunu ifşa eden, kadını kullanan, horlayan, küçük gören, işi bittiğinde de kaldırıp kenara atan heriflere karşıyım.

Başı örtüp alta dar pantolon giydiren tesettür faciasına karşıyım!

Kadınlara “özgürleşin” telkininde bulunup da yuvalarını dağıttıran, normların genetiğiyle oynayıp da tuhaf davranış modellerinin oluşturulmasına karşıyım.

Kadın bedeninin, pazarlama metaı olarak kullanılmasına karşıyım.

“Kız çocuğu okumaz” deyip de, hastanede karısına-kızına bayan doktor arayan, çocuklarını erken yaşta evlendiren ve sırtlarına yük bindiren dangalak zihniyete karşıyım.

Neticede 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün, amacının dışında sergilenmesine de karşıyım.

Kadınlar gününün en önemli özelliği, hakikatte sürekli şiddet gören, ezilen, sömürülen, tecavüze uğrayan, yetmedi vahşice katledilen, sesi duyulmayan garibanların sesi olmalıdır.

Meydanlardaki fırsattan istifade alçaklığın, terbiyesizliğin, hadsizliğin değil!

Yani daha da detaya inmem gerekirse ahlaki deformasyona meşruiyet kazandırmak adına o iğrenç sloganların, üzerlerinde türlü kepazeliklerin yer aldığı pankartların sergilenmesini kesinlikle doğru bulmuyorum!

Mesela;

“Kürtaj haktır”.

Ne bu, neyin kılıfı?

Ne demek, “haktır?”.

Yani gayrimeşru münasebette bulunacaksın ama “yasak aşkın meyvesi” dediğin kavramı başından defedeceksin öyle mi?

Açık ve net söylüyorum kürtaj, apaçık bebek katilliğidir.

İşlenen günahın bedelinin, o garibana ödetilmesidir.

Sadece bu mu?

Bakın, vereyim birkaç pankart örneği daha, ne demek istediğim daha net anlaşılsın;

“Tam iffetli olucam, bi’gülme geliyor”.

“Dolapta zıkkımın kökü, sokakta isyan var”.

“Haftada en az 3 orgazm”.

“Bedenimiz, hayatımız, kararımız bizim; aileniz sizin olsun”.

“Erkeğin kalbine giden yola s…ayım”.

“Yaşasın lezbiyen ve transların direnişi”.

Ve dahası…

Yorumu artık sizlere bırakıyorum dostlar.

8 Mart, kadını bin yıllarca sömüren, dışlayan hatta şeytan mı yoksa insan mı diye tartışan ve nesneden farksız gören Batının, aslında bir nevi özür günüdür.

En çok da kanıma dokunan nedir, biliyor musunuz?

Tarih boyunca bir eşyadan farklı gözle bakmayıp, bugünse hiçbir şey olmamış gibi, sözüm ona kadın haklarından dem vuran ukala Avrupalının, kadınına “evin kurucusu” anlamına gelen “hân’ım/hanım” diyen bizim gibi anaerkil kökenli topluma, bunun ne demek olduğunu öğretmeye kalkışması.

Avrupalının, kadına bakış açısı, ortaçağda neyse, bugün de aynıdır.

O zamanlar da kadın köleydi Batı’da, bugün de kapitalist sermayenin kölesidir.

Kadın bedenini reklam çalışmalarında, eğlence merkezlerinde ve hatta bankalarda müşteri avı için kullanmaktan hiç çekinmezler.

Kadının ince zekâsı, dikkatli ve estetik ruhundan öğrenilecek çok unsur olmasına karşın, bedenleri üzerinden nemalanmayı daha uygun bulurlar.

Daha önceki yazılarımda defalarca söyledim, yine söylüyorum;

Şu, havalar güzel olunca sıkıntıdan dışarıya dökülüp göbek atan hürriyet sevdalısı ablaların, “kadınlar özgür olmalıdır, kadının bedeni kadının kararı, kime ne!” yazılı pankartları uluorta değil, batakhanelerin kapı önlerinde açmalarını, dernekleşip, kurtarılan kadınların iş ve ev ihtiyaçlarını karşılamalarını diliyorum. Neticede kuru sloganlar yerine gerçekten özgürlüğe ihtiyacı olanlar, o tarz yerlerde çalıştırılan kadınlardır.

Ve son olarak diyeceğim şu ki;

“Çocuğum öksüz büyür de vatansız büyüyemez” diyen Nene Hatunlar, kocası şehit olunca küpelerini satıp cepheye katılan Aydınlı Ayşe Çavuşlar, milisleriyle İzmir’de rüzgâr gibi esen Kara Fatmalar, Gördesli Makbuleler ve hatta 15 Temmuz gazisi Şerife Boz’lar, kendini kurşunların önüne siper eden Safiye Bayat’lar, Kahramankazanlı Derya Ovacıklı’lar yetiştirmeliyiz.