“Bir maaşın ağırlığı: Yazıcıoğlu ve bugün”

Abone Ol

Siyasetin dili çok değişti, fakat en çok değişen şey, siyasetin vicdanı oldu. Bundan yıllar önce, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir sözü hâlâ kulaklarda çınlar: “Milletin derdi varken ben milletin sırtından maaş alamam.” Kimi zaman bu sözün büyüklüğünü unuttuk, kimi zaman da hatırlamak işimize gelmedi. O, milletvekili olduğu dönemde maaşını almadı, milletin yükünü sırtına yüklemekten kaçındı. Bugün ise aynı Meclis’te, aynı sıralarda oturan vekillerin davranışlarına bakıyoruz; aradaki uçurum sadece maddî değil, aynı zamanda manevîdir.

Bir milletvekili düşünün; Ankara’nın salonlarında değil, milletin köylerinde, tarlalarında, sokaklarında yaşayan bir ruh taşıyor. Rahmetli Yazıcıoğlu, siyaseti bir ikbal merdiveni olarak değil, bir hizmet vasıtası olarak gördü. Milletvekilliğini, maaşla ölçülen bir makam değil, sorumlulukla yoğrulan bir emanet saydı. Maaşını reddetmesi işte bu yüzden çok anlamlıydı: Çünkü milletin hâli perişanken, vekilin rahat yaşaması ona ağır geliyordu. O, kendisine verilen maaşın, milletin rızkından kesilen bir parça olduğunu biliyor ve bu emaneti taşıyamıyordu.

Bugüne bakalım. Milletin vekilleri, yani “halkın temsilcileri” olarak seçilenler, acaba halkla ne kadar aynı hayatı yaşıyorlar? Asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonların derdi ortadayken, milletvekillerinin maaşlarının her zamanki gibi yüksek kalması, üzerine çeşitli ödenekler, harcırahlar, emeklilik imkânları eklenmesi; işte buradaki uçurum, vicdanlarda kapanmaz bir yara hâline geliyor. Bir tarafta ay sonunu getiremeyen vatandaşlar; diğer tarafta devletin tüm imkânlarını kullanan vekiller. Bu manzara bize, Yazıcıoğlu’nun reddettiği maaşın bugün nasıl kutsallaştırıldığını gösteriyor.

Acı olan şu ki, bugün bir milletvekili çıkıp da “Ben bu maaşı kabul etmiyorum, çünkü millet açken vekil tok olamaz” diyemiyor. Diyen bir ses yok. O sesi duymak isteyen milyonlar, sessizlikle karşılaşıyor. Çünkü bugünün siyaseti, maalesef konfor alanından çıkmaya, şahsî menfaatlerden vazgeçmeye pek yanaşmıyor. Bu yüzden Muhsin Yazıcıoğlu’nun tavrı, bugün bize sadece bir nostalji gibi geliyor. Hâlbuki o tavır, bugün belki de her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir ahlâkî pusula.

Meclis sıralarında oturanların, bu maaşların kaynağına bakması gerekmez mi? O maaşlar, bir çiftçinin alın terinden, bir işçinin gece vardiyasındaki emeğinden, bir memurun kırpılan bütçesinden çıkıyor. Fakat çoğu vekil, bunu hissetmiyor. Sanki maaş, gökten inmiş bir hak gibi görülüyor. Bu anlayışla siyaset, halktan kopuyor. Oysa Yazıcıoğlu, halkın yanında kalmanın en basit ama en çarpıcı yolunu göstermişti: Maaştan feragat etmek. Kendi cebinden değil, milletin cebinden kısmıştı. İşte o yüzden milletin gönlünde yer etti.

Bugün bir milletvekili çıksa ve Yazıcıoğlu’nun yolunu takip etse, inanın o kişi tarihe geçerdi. Çünkü millet, samimiyeti hisseder. Ancak üzülerek görüyoruz ki, milletvekilliği artık bir hizmet makamı değil, bir imtiyaz kapısı gibi görülüyor. Araç tahsisleri, özel sağlık hakları, yurt dışı harcırahları, lüks protokoller… Bu tabloya bakınca, Yazıcıoğlu’nun sade ve mütevazı tavrı ile bugünün vekilleri arasındaki fark, dağlarla ölçülse az kalır.

Milletin vekili, milletin maaşıyla sınanır. Bu sınavı geçenler, tarihte iz bırakır. Muhsin Yazıcıoğlu işte o isimlerden biriydi. Onun hatırası bize şunu haykırıyor: Eğer vekil, milletin derdini dert edinmiyorsa, aldığı maaş sadece kâğıt değil, vicdan borcudur. Bugünün vekilleri bu borcu ödüyor mu? İşte asıl soru budur.

Rahmetli Yazıcıoğlu’nun duruşunu hatırlamak, bugünün siyasetçilerine aynadır. Fakat görüyoruz ki, o aynaya bakmak istemiyorlar. Çünkü orada gördükleri manzara, kendi lüksleriyle, kendi çıkarlarıyla uyuşmuyor. O yüzden bugün, Meclis’te onun gibi bir sesin eksikliği daha çok hissediliyor. Bu eksiklik sadece siyasî değil, aynı zamanda ahlâkî bir boşluktur.

Milletin vekili, millete benzemezse vekil olamaz. Yazıcıoğlu’nun sözü hâlâ yolumuzu aydınlatıyor; ama o sözü hayata geçirecek yürekler nerede?