Bir meslek dalı olarak toplum mühendisliği

Abone Ol

Bilim dünyasına has bir deyim vardır; kuş yumurtası üretmek.

Nedir peki?

Diyelim ki siz, okulunuzda üstün başarılar gösteren bir öğrencisiniz.

Takdirlik olduğunuz yetmiyormuş gibi, çeşitli bilgi yarışmalarında da şampiyonluklar elde ediyorsunuz.

Ödüller, plaketler, nişaneler…

Okulun örnek öğrencileri arasında, birinciliği elden bırakmıyorsunuz.

Ve bu durumunuz, birilerinin de dikkatinden kaçmıyor!

Sizi mercek altına alıyorlar.

Zaaflarınız, güçlü yanlarınız, hedefleriniz, aile ortamınız, ideolojik tutumunuz, sevdiğiniz yiyecek ve giyecekler, takıldığınız mekânlar, hoşlandığınız ve nefret ettikleriniz…

Hepsi ama hepsinin bilgisi, uzun tahkikatlar sonucu, o birileri tarafından elde ediliyor.

Daha da ilginci, bu olan bitenlerden ruhunuz dahi duymuyor!

Ta ki, onlar sizinle yakın temas kurana kadar.

Zaaf noktalarınızı çok iyi bildikleri için, size ilk şunu soruyorlar;

“Hedeflerine ulaşmak istiyor musun?”

Siz de haliyle, bu soru karşılığında “evet” yanıtını verirsiniz. Kim ‘evet’ demez ki buna?

Olumlu yanıt aldıklarına göre, ikinci sualleri şöyle oluyor;

“O halde, sana yeterli finansal ve eğitimsel imkânları sunalım. Mesela Cambridge’de, Yale’de, Harvard’da veya Oxford’da hem okutup, hem de cebine ayda 50 bin dolar harçlık koyalım, evini, arabanı biz alalım mı?”

Teklifler şaşalı; “Tamam da, Allah Allah?” diyorsunuz. “Tüm bunları neden yapıyorsunuz?”

Onlar da; “senin, önemli bir akademik kariyere sahip olmanı can-ı gönülden istiyoruz. Seni, sırasıyla alanında uzman doktor, doçent ve profesör yapacağız. Kitaplar yazacaksın. Doktrinler sunacak, ‘bilimsel(!)’ beyanatlar vereceksin. Konferanslar düzenleyeceksin. Ardından asıl bombayı medya vasıtasıyla patlatacağız. Seni öyle bir şişireceğiz ki, saygınlığına saygınlık katacağız. Teklifimizi kabul ediyor musun?” diyorlar.

Davulun sesi uzaktan hoş gelir, haliyle merakınız ikiye katlanıyor;

“Neden ve ne karşılığında?”

İşte burada altın vuruşu yapıyor ve ağzındaki baklayı çıkarıyorlar; “Tüm bunları, bizim isteklerimiz doğrultusunda yapacaksın. Bütün kitapların, tüm yazıların, konferansların, beyanatların, canlı yayın programların tamamen ısmarlama ve kurmacadan ibaret olacak. Biz diyeceğiz, sen yapacaksın. Kabul ediyor musun?”

Kabul ederseniz eğer, yumurtanın kabuğu kırılıyor ve eski hayatınızı o kabuğun içinde bırakmış oluyorsunuz.

Yani artık siz, çiçeği burnunda bir toplum mühendisi adayı olmuş oluyorsunuz.

Neticede sıkı eğitiliyor, ilim bazında güçlendiriliyor, cebinize de paranız konuluyor ve piyasaya sürülüyorsunuz.

Şimdiiii…

Elinizi şakağınıza koyup, bir düşünün değerli okurlarım:

“Aydın(!)” kisvesi altında, halkımızın bir kısmının takdirini kazanmış, televizyonlara, gazetelere çıkıp; “başı açık da namaz kılınabilir, zaten namaz ibadet değil adettir, iyi insan ol gerisi önemsizdir, sarhoşken de Kur’an okunabilir, peygamber efendimiz dokuz yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenmiştir, hadislerin yüzde 99’u yalandır, eşinizle cinsel münasebette bulunarak da iftar açabilirsiniz, sakız çiğnemek orucu bozmaz, içki haram değil yasaktır, türbanın İslam’da yeri yoktur, kurban bayramında tavuk da kesilebilir, tesettür bağnazlıktır ve rahibe kostümüdür” gibi alay varı, eğreti, akla, hayale sığmayacak safsatalarla insanların aklını bulandırmaya çalışan türedi tipler, sizce ne?

Dikkat ederseniz, bu kullanılan söylemlerin hepsi de şeytani ve nefsani!

Yani bu kişiler, toplum mühendisliğinde o kadar uzmanlaşmış, o kadar güzel eğitilmişler ki, sundukları metaforlarda nefse uyan ne kadar kavram varsa hepsini İslam’ın temel taşıymış gibi gösterip, nefse uymayan, zorlayan, yoran hususları da itikat dışına atmışlar ve böylece maalesef saf, bilgisiz, dini yönden zayıf insanları da kendi cihetlerine kolayca çekebilmişler.

Kaldı ki, bu kimselerin geneli, kendisini “özgürlükçü ve çağdaş” olarak addediyorlar!

Yazık, çok yazık!

İlla din bilgini olmasına gerek yok, “tarihçi” sıfatıyla da bu işi rahatlıkla yapabiliyorlar.

Mesela Fatih Sultan Mehmet’e, o mübarek şahsiyete utanmadan “gay” yakıştırması yapanlar, hiçbir asli kaynağa dayanmaksızın, annesinin Hristiyan olduğunu iddia edenler… Yıllarca Kanuni’yi evlat katili, kadın düşkünü gibi servis edenler… Gariptir, 623 yıl üç kıt’aya adaletle hükmeden, aşılmaz surları aşan, at sırtında ömür tüketen Osmanlıyı, aslında harem delisi, sapık, alkolik, esrarkeş ve üstüne bir de barbar, sömürgeciymiş gibi lanse etmeye çalışanlar…

Kimlerdir, necidir sizce?

Dinimize, kültürümüze, tarihi şahsiyetlerimize çamur atan bu tipler, kimlerin gözünde aydın, kanaat önderi, insan hakları savunucusudur sizce?

Düşünsenize, yüzde 0,1 oranında kitap okuyan halkımızın kafasını allak bullak edenler, kandıranlar, belirli bir yöne kanalize edenler, kimler? Yani hangi cenahı daha kolay tavlıyorlar?