Her yükselen feryatla gelen o yürek yakıcı dejavu bir kez daha gösterdi kendini.
“Sonunda özgür insanlar olarak kendi topraklarımızda yaşayacağız ve evlerimizde huzur içinde öleceğiz. Özgürlüğümüzle dünya özgürleşecek, zenginliğimizle zenginleşecek ve büyüklüğümüzde büyüyecektir. Ve kendi refahımız için başaracağımız her şey, insanlığın iyiliği için bir yarar sağlayacaktır.”
“Modern Siyonizm”in kurucu babası Theodor Herzl işte bu sözlerle savunuyordu, kurulmasını arzu ettiği o Yahudi devletini.
Oysa Orta Doğu’ya acı ve gözyaşından başka hiçbir şey veremedi o nev-zuhur çıban.
Herzl, Abdülhamit Han’a bile uzunca bir mektup yazıp -Osmanlı Arşivlerinde orijinali vardır- ücreti mukabilinde toprak istiyor, bu devlet için.
Duyûn-ı umûmiye altında ezilen Osmanlı’ya bol vaatler içeren mektubun satır araları, gizli tehditler de içeriyor.
Tabii aldığı cevap bellidir.
Fakat daha sonra önemli bir dönüm noktası olur ve Siyonistler önce İngilizlerin sonra Fransızların, İtalyanların ve bugün için daha önemli olan ABD’nin desteğini alırlar.
İşte o dönüm noktası Lord Arthur Balfour’un, 2 Kasım 1917 tarihinde uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild'e gönderdiği mektuptur.
Bugün de hâlâ “Balfour Deklarasyonu” olarak andığımız o “kara ittifak” budur işte.
Teoman Duralı Hoca, dünyayı hâlâ bu ittifakın yönettiğini söylüyordu; vefatına kadar da bunu tashih etmedi.
Ayne’l-yakīn ve ilme’l-yakīn bizlerde hâlâ bu inançtayız.
Bugün bu ittifakı temsil eden ABD’nin Başkanı Joe Biden, Hamas’ın İsrail’e yönelik başlattığı “Aksa Tufanı” harekâtı için “Kaya gibi İsrail’in arkasındayız.” dedi.
Düşünebiliyor musunuz?
Dünyanın süper gücü konumunda olan ABD; toprakları, vatanları ellerinden bin bir türlü hile ve savaşla alınan bir avuç Filistinliye karşı kaya gibiymiş.
Bu ABD, Filistin’in başına bombalar yağarken neredeydi/nerede?
Onlar da çocuk, kadın, yaşlı ya da her şeyden öte insan değil mi?
Tabii öyle ya, zaten Siyonist Yahudiler, “İnsansız topraklar”a getirilmişlerdi değil mi?
Bir Yahudi ailenin çocuğu olan Karl Marx, Siyonist özlemiyle öyle diyordu nitekim.
İnanç bu işte?
Böyle olunca o zaman İsrail’in uçakları da boş toprakları bombalamış oluyorlar.
“Madem o topraklar boş, oradan gelen saldırıları neden gerçek olarak görüyorsunuz?” sorusu bu zeminde anlamlı değil mi?
“Meşru müdafaa” hakkı sadece güçlüler için mi işliyor sahi?
Evet, elbette hiçbirimiz şiddeti, savaşı tasvip etmeyiz.
Fakat burada yüz yıldır bitmeyen bir savaş var.
İçimizdeki bazı ahmaklar “İsrail’in yanındayız!” deseler de yaşanan gerçekler var.
Osmanlı’nın “Ermeni Tehciri”ndeki çifte standardı da bu ahmaklıkta hep görüyoruz.
Karşı tarafın acımasız zulmünü görmeden, asıl ve başlatıcı zalimi görmeden, kendilerini savunan ve bunun için nefs-i müdafaa yapanları zalim olarak niteliyorlar.
Bugün Filistin’de yaşananlar tıpkı Ermeni olayları için Ziya Gökalp’ın söylediği şu satırlardaki gibidir: “Milletimize iftira ediyorsunuz. Bir Ermeni katliamı olmamıştır. Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil; bir Türk -Ermeni mukatelesi olmuştur. Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk.” demiş.
Evet, bu vuruşmalar çok orantısız bir güç ile yapılıyor olsa da yaşanan bir savaştır.
İslam coğrafyası yeniden birlik oluncaya, gücüyle adaleti tesis edinceye kadar Batı’nın desteğini arkasına alan Siyonistler cesaretlerini topladıkça saldırmaya devam edecekler.
İsrail ve ADB karşısında çok imkânsız kalan Filistin’in son saldırısı, Siyonistler için çok derin bir trajedi açmıştır.
Bu denlisine hiç şahit olmadığım son olayları, İsrail’in kolay kolay unutma ihtimali de yoktur.
İsrail kavgayı bitirmek istiyorsa o insanların evlerinden ve topraklarından çıkmayı bir kez daha ve derinden düşünmesi gerekir.
İslâm coğrafyasıyla uzlaşmak istiyorsa da Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksaya hürmet etmesi şarttır…