Biz parladıkça kararanlar var

Abone Ol

Bazı meslektaşlarımız sessiz.

Diriliş Postası’nın yeniden doğuşunu, bir meşale gibi parlayışını, köşe köşe yankılanan sesini görüyorlar.

Ama ne bir “tebrik ederim” var, ne bir “başarılar dilerim.”

Sanki bu ülkede başarı, kıskanılması gereken bir şeymiş gibi…

Sanki bir gazete yeniden nefes aldığında, birileri boğuluyormuş gibi.

Bugünlerde “aferin” demek ayıp, “tebrik ederim” demek zayıflık,

“helal olsun” demek ise neredeyse suç sayılıyor.

Yeni moda belli: haset, kıskançlık ve çelme takmak!

Bakıyorum, gazetelerin birinci sayfalarını yayınlayan o meşhur platform…

Diriliş Postası’nı sistemden silmiş!

Ne olmuş? Bizim manşetler fazla mı güçlü geldi?

Gerçekler fazla mı rahatsız etti?

Yoksa sadece bana gıcık oldukları için okurları mı cezalandırma kararı aldılar?.. Farketmez. Bu alçaklıkları karşılıksız kalmayacak,

Bu bir yanlışlık değil, bu bir tercih!

Kıskançlığın, hazımsızlığın, kendi başarısızlıklarını örtme çabasının küçük bir yansıması.

Ama bilsinler ki, bizim ışığımızı karartarak kendi karanlıklarını aydınlatamazlar.

Diriliş Postası artık bir gazetenin ötesinde bir ruhtur.

Okuru olan, vicdanı olan, cesareti olan bir gazetedir.

Bizim manşetlerimizi sansürleyenlerin bile sabah ilk iş baktıkları gazetedir!

Evet, bizi sistemden silebilirsiniz.

Ama bu milletin kalbinden silemezsiniz.

Biz bu yola rüzgâr gülü gibi değil, kaya gibi çıktık.

Yıkılmayacağız, eğilmeyeceğiz.

Ve unutmayın:

Biz parladıkça, kimlerin karardığını herkes görüyor.

//////////////////////////////////////////////////////

CUMHURİYETİN SAHİBİ BU MİLLETTİR

10 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anıtkabir Özel Defteri’ne yazdığı o birkaç satır bence çok önemli..

Bu milletin, bu toprakların, bu Cumhuriyetin kimlerin elleriyle yükseldiğini, kimlerin o emanete gerçekten sahip çıktığını bir kez daha bütün çıplaklığıyla gösteren bir tarih notuydu.

“En büyük eserim dediğiniz Türkiye Cumhuriyeti’ne tutkuyla sahip çıkıyor, ülkemizin her karışını yeni eserlerle nakış nakış işlemeye devam ediyoruz…”

Bu cümle, muhafazakâr siyasetin Cumhuriyetle kavgası olduğu yalanını bitiren cümledir.

Yıllarca bu ülkenin inançlı insanlarına, bu milletin değerlerine “Cumhuriyet düşmanı” yaftası vurdular.

Oysa bugün Cumhuriyet’in gerçek mimarları, onun devamlılığını sağlayan eller, bu milletin inançlı evlatlarının elleridir.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i bugün dünyanın en güçlü 10 ekonomisinden biri olma eşiğine getiren irade, o iradedir.

Atatürk’ün “muasır medeniyet” ideali, bugün yerli İHA’larda, milli tankta, kendi savaş uçağımızda vücut bulmuştur.

Ve o ideali, sadece lafla değil, alın teriyle, akılla, cesaretle taşıyan lider Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Şimdi kalkmış, kendine “Atatürkçü” diyen bir avuç kibirli zümre hâlâ millete tepeden bakıyor.

Cumhuriyet’i, milletin iradesinden değil, kendi sınıfsal imtiyazından ibaret zannediyor.

Oysa gerçek Cumhuriyet budur:

Milletin iradesiyle güçlenen, mazlumun umudu olan, inançla ve cesaretle yol alan bir Türkiye!

Cumhuriyet’in sahibi ne CHP’dir, ne o Atatürk’ü vitrin malzemesi yapan sözde elitlerdir.

Cumhuriyet’in sahibi, onu yaşatan millettir.

Ve o milletin iradesi bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde dimdik ayaktadır.

Atatürk’ü istismar edenler değil, onun emanetine sahip çıkanlar konuşuyor artık.

Cumhuriyet’in yüz yılı, artık sadece bir anı değil; bir yeniden dirilişin adı…

//////////////////////////////////////////////////////

BU SEVGİ EMİRLE OLMAZ

Saat 09.05…

Sokakta, okulda, fabrikada, trafikte…

Koca bir ülke bir anda susuyor.

Motorlar stop ediyor, yaya geçitlerinde adımlar duruyor, gözler nemleniyor.

Bu tablo her yıl aynı dakikada yaşanıyor.

Ve her seferinde tüyler ürpertici bir vakarla, aynı inançla, aynı duyguyla…

Ama bu manzaranın kıymetini en çok, onu anlamayanlar konuşuyor.

Senelerce bu milletin 10 Kasım’daki bu vakur duruşuna “Kuzey Kore töreni” dediler.

“Diktatör tapınması” dediler.

Bilmediler ki o ülkelerde o duruşlar emirle yapılır;

bizdeki ise kalpten gelir.

Hiçbir diktatör, hiçbir rejim, milyonlarca insanı 87 yıl boyunca aynı dakikada gözyaşına boğacak bir sevgiyi zorla yaşatamaz.

Bu millet, Mustafa Kemal Atatürk’ü bir heykel olarak değil,

kurtuluşun adı, dirilişin sembolü, bağımsızlığın nefesi olarak sever.

Bu sevgi protokolde yazmaz.

Bu saygı yönetmelikle tarif edilmez.

Bu, bu toprağın insanının vicdanına kazınmış bir minnettarlığın adıdır.

Evet, bu millet dinini de sever, vatanını da sever, Atatürk’ünü de sever.

Çünkü bilir ki bu topraklarda hepsi aynı hikâyenin parçalarıdır:

Bağımsızlığın, onurun, emeğin ve direnişin hikâyesi.

O yüzden dışarıdan “tören disiplini” sananlara söylüyoruz:

Bu milletin kalbinde neyi, kime, ne kadar sevdiğini ölçemezsiniz.

Çünkü bu sevgi emirle değil, imanla yaşanır

/////