Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bu yıl İsrail’e yöneltilen eleştiriler, diplomatik nezaketin ötesine geçti; insanlığın vicdanından yükselen feryat hâline dönüştü. Filistin meselesi artık diplomatik bir başlık değil, insanlığın adalet imtihanıdır. Kürsüye çıkan liderlerin sözleri, sadece politik çıkarların değil, yüreğinde sızıyı hisseden mazlumların sesi oldu. Filistin halkı on yıllardır zulmün, işgalin ve kuşatmanın en ağırına maruz bırakılıyor.
Gazze’nin bombalanan sokakları, yıkılan evleri, yerlerde can çekişen çocukları artık dünyadan gizlenemiyor. İşte tam da bu yüzden Birleşmiş Milletler kürsüsünden yükselen eleştiriler, tarihin kaydına geçiyor. İsrail’in saldırılarını “soykırım” ve “insanlığa karşı suç” olarak niteleyen ifadeler, aslında sadece politik bir söylem değil; insanlığın ortak vicdanının yansımasıdır. Burada dikkat çekici olan, eleştirilerin sıradan diplomatik açıklamalarla sınırlı kalmaması.
İsrail’in işlediği suçların adını koymak cesaret ister. Mazlumu savunmak, zalimin karşısında susmamayı gerektirir. Bugün hâlâ dünya liderlerinin bir kısmı İsrail’i “meşru müdafaa” adı altında aklamaya çalışırken, bir kısmı cesaretle “soykırım” diyebiliyorsa, bu Filistin’in çektiği acıların artık gizlenemez bir noktaya ulaştığının göstergesidir. Ama burada sorulması gereken en önemli soru şudur: Bu sesler sadece kürsüde mi kalacak? Yoksa adalet, yaptırımlarla ve somut adımlarla mı vücut bulacak? Tarih defalarca bize gösterdi ki sözün gücü vardır, fakat eylemle birleşmeyen söz, sadece yankılanır, sonra uçar gider.
Kur’an’da Rabbimiz, “Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.” buyurur. Bugün BM kürsüsünde mazlumları savunan ülkeler, aslında bu ayetin manasını hayata geçirmeye çalışıyor. Çünkü zulmün karşısında susmak, ona ortak olmaktır. Ve susan her ses, işgalin mermisine, tankına, bombasına dönüşüyor. Hatırlayalım: Hz. Yusuf kıssasında zulme uğrayan, iftiraya maruz kalan, zindana atılan Yusuf Peygamber, sabrıyla ve doğruluğuyla sonunda zafere ulaşır. Bu kıssa bize gösterir ki zulüm ne kadar güçlü görünürse görünsün, hakikat er geç galip gelir.
bugün Filistin halkı da aynı kıssanın canlı bir örneği gibi. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, her biri Yusuf misali zulme sabrediyor; dünya ise Yusuf’un masumiyetini gören Mısır halkı gibi, vicdanla imtihan oluyor. Birleşmiş Milletler’in tarihi bu imtihanlarla doludur. Bosna’da Srebrenitsa’da, Ruanda’da, Myanmar’da… Hep aynı sahne: mazlumun çığlığı, zalimin pervasızlığı, dünyanın geciken vicdanı. Bugün aynı tablo Gazze’de yaşanıyor. Eğer BM kürsüsünde “soykırım” denmesine rağmen dünya harekete geçmezse, tarihe yeni bir kara leke daha düşecek. Ne yazık ki İsrail Başbakanı kürsüye çıktığında yine aynı tehditkâr sözlerle konuştu, aynı inkârı sergiledi.
Bazı delegelerin salonu terk etmesi, dünyanın bir kısmının artık bu yalana tahammül edemediğini gösteriyor. Fakat bu yetmez. Gerçek tepki, işgalciye verilen desteğin kesilmesiyle, ambargolarla, uluslararası hukukun işletilmesiyle ortaya çıkar. Unutmayalım, “Zulüm ile abad olunmaz.” Zulüm ile kurulan devlet, zulüm ile sürdürülen siyaset asla baki kalmaz. Tarih, Nemrut’u da kaydetti, Firavun’u da, Hitler’i de. Hepsi bir dönem zalimliğin simgesiydi, ama sonunda hakikat karşısında eriyip gittiler. İsrail’in bugünkü politikaları da aynı kaderi yaşamaya mahkûmdur. BM kürsüsünde dile getirilen sert eleştiriler, sadece Filistin için değil, insanlığın geleceği için bir umut ışığıdır. Bu ışık büyütülmezse, dünyanın karanlığı daha da artacaktır. Çünkü Filistin’in davası sadece bir toprak davası değildir; insanlığın adalet davasıdır. Ve biz unutmamalıyız: Filistin bugün insanlığın sınavıdır. O sınavdan geçemeyenler, kendi evlatlarına bırakacakları bir gelecek de bulamayacaklar. Çünkü zulme rıza, en büyük ihanettir