Bugün hangi ülkenin sınırları içerisinde kalırsa kalsın, dün bizim bayrağımızın dalgalandığı kadim c

Abone Ol

Bugün hangi ülkenin sınırları içerisinde kalırsa kalsın, dün bizim bayrağımızın dalgalandığı kadim coğrafyamızda seyahate çıktığınızda, asırlar sonrasına bırakılmış nişanlar görürsünüz. Hem günün ihtiyaçlarına cevap veren hem de binlerce yıl sonrasına mesajlar taşıyan bu nişanlar, medeniyetimizin somut abideleri gibidirler. Kimi zaman bir çeşme kimi zaman bir han, bazen mescit bazen köprü… Ama hep bizi anlatan/hatırlatan; binlerce yılın imbiğinden geçerek varlığını kanıtlayan medeniyetimizin abideleri. Minareleri kalem, denizleri mürekkep yapıp varlık sebebini sembolleştirdiği laleyi su üstünde ölümsüzleştirenlerin nişanları…

Sevgilinin parmağına takılan yüzük misali köprüler vardır bu coğrafyada. Üstünden insanlar geçsin diye değil de altından sular aksın diye yapılmış ve nehirlerin varlığını anlamlandırmış köprüler.

Bütün kirleri temizlemeye azmetmiş çeşmeler vardır bu topraklarda. Adn’in altından akan ırmakların suyunu dünyaya getirip insanları selamete ulaştırmak isteyenlerin inşa ettiği ve sırtlandığı “Enbiya otuzu”, susayanlarla damla damla paylaşan çeşmeler.

Dünya hayatını kısacık bir yolculuk olarak görenlerin, yolda kalanlar ve konaklayacaklar için yaptığı hanlar vardır. Kapısı ıhlamur kokularına açılan, avlusunda huzur solunan ve emniyet vadeden…

Ve diğer bütün yapılarıyla, her biri masallar diyarına açılacak gibi duran dar sokaklarda şekillenmiş şehirler vardır.

Medeniliği bedevilikten şikayet sananların aksine asırlarca taş taşıyarak, kamış yontarak, şiir yazarak, ebru yaparak medeniyet oluşturanların kurduğu şehirlerin cesur ve mağrur kahramanlarıdır bu abideler.

Önceki Papa’ya “Avrupa’da tahammül edemediğimiz bir kültür mirası var” dedirten bu abideler, kimliklerini haykıran ve ait oldukları medeniyetin uç beyliklerini yapan gazilerdir. Fakat bugün varisi olduğumuz medeniyetin gazilerine yardımcı olacak yeni birlikler kurmak için etrafımıza baktığımızda kimseyi göremiyoruz.

Taşlarında medeniyetimizin, kadim sesimizin izleri olan ve bakıldığında bizi anlatan eserlerimizin yanına yenilerini ekleyememek ne acı?

Osmanlı coğrafyasında yükselen Cumhuriyet’in, kültür politikasının da inkar üzerine kurulmasından kaynaklanan bu durum; bizi anlatacak izleri kaybettirdi. İnkar üzerine kurulu kültür politikası, köksüz ve acemi bir dil oluşmasına sebep oldu. Bu dil, hepimizi peltek bıraktı.

Biz bu alemden göçtüğümüzde bizim olduğu belli olmayacak eserlerin müessirleriyiz şimdi. Hem günün ihtiyaçlarına cevap veren hem de binlerce yıl sonrasına mesajlar taşıyacak nişanlarımız yok. Kuru taklit ve özentiden ibaret, bin yıllık estetik zevkinden mahrum nevzuhur işlerimizle var olmaya çalışıyoruz. Ve ecdadımızın “kubbeler saçtığı” topraklardan utanıyoruz.

Yeni bir dil oluşturana kadar, dilimizdeki düğümü çözene dek, önceliğimiz; ecdad yadigarı eserlere ve medeniyetimizin nişanları olan abidelere sahip çıkmak olmalıdır. Bu, dilimizdeki düğümü çözmenin ilk adımıdır.