CIA'yi gerçekten kontrol eden son ABD başkanı kimdi?

Abone Ol

Ekonomist ve Columbia Üniversitesi profesörü Jeffrey Sachs'a göre, CIA, ABD Başkanı veya Kongre tarafından hiçbir şekilde kontrol edilmiyor-edilemiyor.

Bunun yerine, CIA, Pentagon, Ulusal Güvenlik Konseyi, askeri-endüstriyel kompleks ve silah yüklenicilerinden oluşan bir “derin devlet” aygıtının temel bir bileşeni olarak faaliyet gösteriyor.

Bu aygıt, gizli operasyonlar, rejim değişiklikleri ve hesap vermeyen yurtdışı müdahaleleri yoluyla ABD dış politikasını etkili bir şekilde belirliyor.

Sachs, bu “emperyal devletin” seçilmiş liderleri geçersiz kıldığını ve Kongre'nin savunma çıkarlarının kampanya bağışlarıyla büyük ölçüde “aldatıldığını” savunuyor.

Daha keskin bir eleştiride Sachs, İsrail'in- Mossad'ın “on yıllardır ABD politikasını etkili bir şekilde belirlediğini” iddia ederek (CIA ve MI6 ile birlikte) Amerikan çıkarlarından ziyade “Önce İsrail” gündemini önceleyen bu derin devlet ağının öncü gücü olarak konumlandırıyor.

Donald Trump da dahil olmak üzere ABD başkanlarını, göreve gelen liderlerin ilk fikirlerinin istihbarat görevlileri (Putin'in bir ara dediği gibi “koyu takım elbiseli, evrak çantalı, mavi kravatlı adamlar) tarafından geçersiz kılındığı bu "Cinayet Anonim Şirketi" dinamiğine uygun olarak tanımlıyor Sachs.

Sachs, bunu, CIA'in 1947'den bu yana 2014 Ukrayna darbesi ve Orta Doğu'daki tırmanışlar da dahil olmak üzere 80-100'den fazla rejim değişikliği operasyonuna dahil olması gibi tarihsel kalıplara bağlıyor.

Sachs'ın röportajlarında (örneğin, 2024'te Tucker Carlson ve 2025'te Yargıç Napolitano ile) ve makalelerinde (örneğin, “CIA Dünyayı Nasıl İstikrarsızlaştırıyor”, 2024) ifade ettiği görüşler, CIA'i, genellikle İsrail'in emriyle, küresel kargaşayı (darbeler, suikastlar, vekalet savaşları) gözetimsiz bir şekilde besleyen “Beyaz Saray ve güvenlik teşkilatının kanunsuz bir uzantısı” olarak tasvir ediyor.

Bu sistemin ortadan kaldırılarak diplomasi ve bu tür etkilerden arınmış bir “Önce Amerika” politikasının yeniden tesis edilmesi çağrısında bulunuyor.

Bu iddialar siyasi içerikli ve otoriter söylemleri yansıttığı için eleştiriliyor. Ancak Sachs, bunları Kilise Komitesi (1975) ve İran (1953), Şili (1973) ve Ukrayna (2014) operasyonları gibi gizliliği kaldırılmış tarihi olaylara atıfta bulunarak destekliyor.

Devam edelim.

The Tucker Carlson Show’da yakın zamanda yayınlanan bir programda Jeffrey Sachs, ABD dış politikası, istihbarat yetkilerinin aşılması ve CIA'in tarihsel özerkliği üzerine bir tartışma sırasında bu kışkırtıcı soruyu ele aldı.

Tucker Carlson, “CIA'yi gerçekten kontrol eden son ABD başkanı kimdi?” diye sorduğunda, Sachs açıkça şöyle yanıt verdi: “Hiç kimse, hiçbir zaman”.

Sachs, CIA'in 1947'deki kuruluşundan bu yana, büyük ölçüde başkanlık veya kongre denetiminin ötesinde, “kendini koruyan, kendi kendini yöneten bir örgüt” olarak faaliyet gösterdiğini açıkladı.

Teşkilatın, İran'daki (1953), Kongo'daki (1961) ve Şili'deki (1973) darbeler gibi, seçilmiş liderlere karşı tam bir hesap verebilirlik olmadan yürütülen gizli operasyonlar örüntüsünü örnek gösterdi.

Sachs’a göre, başkanlar ya karanlıkta bırakıldı ya da teşkilatın gündemlerine boyun eğdi ve bu da demokratik kontrolü baltaladı.

John F. Kennedy'yi, CIA’yi dizginlemeye çalışan tek istisna olarak gösterdi. CIA'in 1961'deki başarısız Domuzlar Körfezi çıkarma harekatının ardından, Kennedy'nin “CIA'i bin parçaya bölüp rüzgara savurmak” istediğini söylediği bildirildi.

Sachs, bu meydan okumanın Kennedy'nin 1963'teki suikastına katkıda bulunmuş olabileceğini ima ederek, bunu kurumun kontrolsüz gücünün “korkunç, şok edici, iğrenç bir örneği” olarak nitelendirdi.

Sachs, bu dinamiğin Eisenhower'dan Biden'a kadar tüm yönetimler boyunca devam ettiğini ve ABD'yi “şeklinde demokrasi ama özünde değil” bir demokrasiye dönüştürdüğünü savundu.

Jeffrey Sachs ayrıca denetimi yeniden sağlamak için Kilise Komitesi tarzı yeni bir soruşturma (CIA'in suistimallerini ortaya çıkaran 1975 Senato soruşturması gibi) çağrısında bulundu.