Günümüzden şikayet etmenin, yeniye alışamayıp eskiyi anarak içini ferahlatmanın formu değişti. “Nerde bizim zamanımızdaki dünya” demenin yeni şekli çok karamsar, fazlasıyla agresif ve çatışmacı…
SOKAKTAKİ KEŞİF
Akademisyen Zeliha Bürtek bir sokak röportajında “sosyal çürüme var” anonsu yaptı. Değişim, çözülme, bozulma ya da başka bir kavram değil, doğrudan “çürüme” deyiverdi. Kavram bazılarının çok hoşuna gitti. Meğer zihninden geçirdiklerini bir formülle söze dökemeyen çok kişi varmış. Dillerindeki söz öbeği için bir türlü başlık bulamıyorlarmış. Hoca onların imdadına yetişti.
Devamında “dönüşü olmayan bir yerdeyiz” diyerek karamsarlığın dibine ulaştı hoca. “Yandık, bittik, kül olduk” modunda yaşayanlara tercüman oldu.
UYSA DA UYMASA DA
Sosyal dönüşüm, kültürel gerileme, ekonomik kriz, şehirleşmedeki, eğitimdeki, adaletteki sorunlar… hepsinin yerine ve hepsini kapsar biçimde bir kavram dolaşıma girdi; ‘sosyal çürüme’. Öncesine, sonrasına, ne zaman, nerede başladığına, dair bir cümle yok. Varsa yoksa ‘sosyal çürüme’.
Kavramı pankart yapanlar önden gidiyorlar. İlle de felaket tellalı olmak, dehşet salmak istiyorlar. Sözü en uca götürüyorlar. Hoca da onların peşinden, kavramına gerekçeler, tarihten örnekler, izahlar bulmak için koşturuyor. Kavramın içini doldurmak, ne kadar isabetli olduğunu anlatmak için çırpınıyor.
Kendi ölçeğinde popüler de oldu. Artık ayağının altında bir şöhret taburesi, önünde o şöhrete yaslanan bir mikrofon var. Hiç beklemediği anda gelen şöhretin tadını çıkarıyor.
Bir iki röportajını dinledim. Kitabını da merak edip okudum. Röportaj anını anlatırken, bu kavramı hiç düşünmeden kullandığını itiraf ediyor. Duygusal bir motivasyonla, söz öylesine çıkıvermiş ağzından.
Zaten kısa olan röportajının içinden bir kavramın cımbızlanmasından rahatsız olmasını beklerdim. Olmamış. “Bu kadar ağır bir tespiti toplumun alnına yapıştırıp geçmek istemem” demiyor. Kavramını temellendirmeyi denemiyor. “Ben asıl şunu demek istiyorum” çabasına da girişmiyor.
Kavramı dillerine dolayan ahali için, nefret ifade etmenin bir başka şekli, ‘sosyal çürüme’den söz etmek. Uysa da uymasa da, her fırsatta kullanıyorlar. Çürüyen tarafta olmadıklarına dair bir kibirle ifade ediyorlar. Toplumun çürüyen tarafı ile aralarında mesafe var! Zaten o sebeple görüyorlar!
İddiaları büyük: “Çürüme var” diye bağırarak, kendilerini çürümenin dışına atıyorlar. Suçlamaları da keskin: “Çürümeyi göremiyorsan, içindesin demektir.”
ÇÜRÜME DEĞİL DEĞİŞİM
Toplumu sakin sakin analiz etmek varken, değişimi, dönüşümü ‘sosyal çürüme’ torba kavramının içine atarak ve oradan siyasete geçiş yaparak karamsarlık yaymak çok kolaycı bir tavır.
Düşünme tembeli kitleleri bir kavramla provoke etmek aydın namusu ile bağdaşmıyor.
Hoca kitabında, aynı cümleyi farklı tonlarda tekrar ediyor. Her örneği getirip aynı yere bağlıyor. Her gözlemini aynı cümleye altlık yapıyor.
Aynı tespiti farklı kelimelerle tekrar etmekten bıkmıyor. Oysa kendisi de bilir ki; ne kadar çok tekrar edersen, tespitin o kadar doğruluk kazanmaz. Ne kadar yüksek sesle söylersen, tezin o kadar geçerli olmaz!
Toplumlar çürümezler. Toplumlar, değişirler, dönüşürler. Toplumun bir yanı geriye gidiyorsa, diğer yanı mutlaka ilerler. Bir parçası bozulmaya yüz tutmuşsa, diğer parçası o bozulmayı dengeler. Bir yapı kaybolurken, bir başka oluşum filizlenir.
Dünya değişirken, toplumlar alt üst olurken, sosyal yapılar temelden sarsılırken ve değişirken, bir akademisyenin toptancı bir anlayışla “toplum çürüdü” diyerek ortaya atılması fazlasıyla acıklı.
Bitirirken Antonio Gramsci’nin sözünü hatırlayalım: “Eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için çabalıyor: şimdi canavarların zamanı.”