Türkiye son günlerde “darbe mekaniği devreye girer” hezeyanını konuşuyor.
Bu cümle, terörün bitmesinden rahatsız olanların, Türkiye’nin istiklal yürüyüşünü sabote etmek isteyenlerin, karanlık taşeron aklın yeniden sahneye sürülmüş bir fısıltısıdır.
Ama cevabı öyle bir geldi ki, tartışmayı kökünden bitirdi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli, TÜRKGÜN’e verdiği röportajda bu kirli iddiayı tek cümleyle yere çiviledi:
“Bunların hepsi fasa fiso. Demokrasi sevdalısı Milliyetçi-Ülkücü Hareket’ten nasıl darbeci çıkacak?”
Bahçeli’nin bu sözleri sadece bir reddiye değil; aynı zamanda bir hatırlatmadır:
Türkiye artık 1960’ın, 1971’in, 1980’in, 1997’nin Türkiye’si değildir.
Darbeler devri açılmamak üzere kapanmıştır.
Bugün “darbe mekaniği”nden söz edenlerin niyeti Türkiye’nin önünü kesmektir.
Ama hesaba katmadıkları bir gerçek var:
Bu millet, terörsüz geleceğine yürürken hiçbir karanlık odağın tehdit diline pabuç bırakmaz.
Bahçeli’nin sözünü ettiği “fasa fiso” sadece bir küçümseme değil, bir devlet tutumudur. Çünkü bugün:
• Terör örgütleri çökertilmiştir.
• Sahada teslim olanlar sıraya girmiştir.
• İmralı’dan Kandil’e uzanan zincir paramparça edilmiştir.
• Millet, terörün sonsuza dek bitirilmesine destek vermektedir.
Tam da bu yüzden “darbe mekaniği” bahanesi, aslında terörün tasfiyesinden rahatsız olan odakların paniğidir.
Türkiye Yüzyılı’nın geriye dönüşü yoktur.
Ok yaydan çıkmıştır.
Gemiler yakılmıştır.
Bu saatten sonra kim “darbe olur, süreç çöker” diyorsa biliniz ki ya korkunun sesidir ya da efendilerinin propagandasıdır.
Bahçeli’nin dediği gibi:
“Kervan doğru istikamette ilerliyor. Taş atanların hevesleri kursaklarında kalacaktır.”
Bugün mesele şudur:
Türkiye yüzyıllık yükünü sırtından atıp terör belasından kurtulurken, kim bu yürüyüşe taş koyuyor?
Kim karanlığın diliyle konuşuyor?
Kim süreci sabote etmek için sağa sola çelme takıyor?
Cevap nettir:
Bu ülkenin geleceğinden rahatsız olan herkes…
Ama aynı derecede net olan bir şey daha var:
Devlet ve millet bu oyunu çoktan bozdu.
Terör bitecek. Türkiye büyüyecek. Darbe tehdidiyle gözdağı verme dönemi sonsuza dek kapanacak.
Ve bu kapanışın altına atılacak imzanın adı şudur:
Milli irade.
\\\\\
AF YOK, HESAP VAR
KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın ortaya attığı akıl dışı sözler bir kez daha gösterdi:
Terörün bitmesinden rahatsız olanlar ya gerçeklerden kopmuş ya da Türkiye’nin yükselişinden panik halinde.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin yanıtı ise sadece bir polemik değil, devlet aklının kararlılığıdır:
“Hiç kimse suç işlememiş! Bu nedenle de af maf istemiyorlarmış.
Af vaat eden zaten yok.
İşlenen suçlar tarih ve maşeri vicdan önünde açıktır, belgelidir.
Bayramlık ağzımızı açtırmasınlar, herkes haddini hududunu bilsin.”
Bu cümle, terörün yıllarca bu millete ödettiği acıların, kayıpların, şehitlerin ardından söylenebilecek en berrak tavırdır.
Bugün “suç işlemedik” diyenler, dün şehirleri yakıp yıkanları, evlatlarımızı şehit edenleri, hendeklerde devlete meydan okuyup halkı esir alanları unuttuğunu mı sanıyor?
Unutulmadı.
Unutturulmayacak.
Kimse kendini masumiyet perdesine gizleyerek devletten pazarlık beklemesin.
Türkiye terörü bitirmeye kararlıdır; tavizle değil, adaletle.
Bahçeli’nin sert çıkışının özeti şudur:
Bu milletin sabrını test etmeyin.
Af bekleyen yok; ama hesap sorulacak çok insan var.
//////
EMPERYALİZM KAYBETTİ
ABD basınının günlerdir köpürterek servis ettiği Trump–Maduro görüşmesi, aslında Washington’un 100 yıldır aynı sahneyi yeniden ve yeniden oynamaya çalıştığının itirafıdır. Telefonun ucundaki eski başkan, Latin Amerika’nın seçilmiş liderine “ülkeni terk et, sürgüne git, ben de seni affedeyim” diye parmak sallamış. Ne büyük kibir! Sanki 21. yüzyılda hâlâ Monroe Doktrini yürürlükteymiş gibi… Sanki halkların iradesi ABD’nin Oval Ofis’teki telefonundan çıkan buyruklarla şekillenecekmiş gibi…
Bugün Venezuela’ya yapılan bu teklif sadece Maduro’ya değil; tüm bağımsız ülkelere verilen bir gözdağıdır: “Boyun eğ, seni affedelim.” Yani emperyalizmin eski şantaj cümlesi… Aynı cümleyi Irak’ta gördük, Libya’da gördük, Suriye’de gördük. Başaramadıklarında ülkeyi ateşe attılar, başardıklarında ülkenin servetini yağmaladılar.
Fakat artık dünya o dünya değil. Halkların iradesi bir telefonun ucunda pazarlık konusu değil. Ülkeler, ABD’den icazet almak için değil, kendi halklarının onuru için karar veriyor. Trump Maduro’ya “ülkeyi terk et” diyormuş. Peki kim veriyor sana bu hakkı? Latin Amerika’nın seçilmiş devlet başkanını görevden alma yetkisi hangi anayasa maddesinde yazıyor? Emperyalizmin kibir yasalarının mı?
Maduro’nun masaya sürdüğü teklif ise ABD’nin asla duymak istemediği bir cümleydi: “Ordunun kontrolünü elimde tutarım, seçimleri yaparım.” Yani ne darbe var, ne teslimiyet. Sadece halkın seçimine güven var. İşte bu yüzden anlaşamadılar. Çünkü ABD, sandığı desteklediğini söyler ama sandıktan kendisine uygun sonuç çıkmadığında ilk önce sandığı hedef alır.
Bugün Washington’un Venezuela üzerindeki gölgesi, aslında bir çaresizlik belirtisidir. ABD artık tek telefonla hükümet deviren, tek tweet’le ülkeleri hizaya sokan süper güç değil. Küresel düzen değişiyor; kartlar yeniden karılıyor ve ABD hâlâ eski gücünü varmış gibi davranmaya çalışıyor.
Artık dünya yeni bir çağa geçiyor: Emperyalizmin “emir ver – lider devrilsin” dönemi kapanıyor.
Ve şunu net söyleyelim:
Halkını arkasına alan hiçbir lideri ABD’nin tehdidi yıkamaz.
Bağımsızlık, Washington’un rızasıyla değil; milletlerin irfanıyla korunur.
Venezuela’da bugün yaşanan hadise, yarın başka bir ülkede tekrarlanabilir. Ama değişmeyecek tek şey şudur:
Dünya artık ABD’nin tokmağını yemeyecek kadar uyanmış, emperyalist düzene kafa kaldıracak kadar güçlenmiştir.
ABD bunu ne kadar erken anlarsa, o kadar az rezil olur.