Bir önceki yazımda Sayın Başbakan’ın deklere ettiği ‘Yeni Türkiye Sözleşmesi’ne değinmiştim.
Bu sözleşme metni, açık söylemek gerekirse, müdafilerinin iftihar edeceği, her platformda göğsünü gere gere savunabileceği devrim niteliğinde bir manifesto!..
Mesela, şimdiye kadar faşizan baskının adeta nesneleştirdiği farklı yapılara ilişkin 4. madde:
“Etnik, dini, mezhebi ve bölgesel zenginliğimiz, kadim ortak geçmişimizin güzel yansımalarıdır ve vatanımızın asli sahipleri ve devletimizin eşit vatandaşları olduğumuz gerçeğinin en güçlü dayanaklarıdır.”
Bu kadar mı?
Tabii ki değil. İşte 11. madde:
“İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez; inancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz. “
Ve faşizmi buruşturup çöpe atan 15. madde:
“İnsan onuru ilkesinin anayasal ve siyasal düzenimizdeki dayanakları aidiyet bilincimizi oluşturan ortak tarihdaşlık ve hak, hukuk ve adalete dayalı eşit vatandaşlıktır. “
Sayın Başbakan, mezkur ‘sözleşmeyi’ kürsüden okumadan önce, okurken ve okuduktan sonra üç hususun altını ısrarla çizdi.
Özgürlük adalet ve ahlak!
“Özgürlük, eşitlik ve adalet değerleri üzerine inşa edilecek yeni anayasal düzenimizin en temel ilkesi, ahlaki referansı ve ruhu insan onuru olacaktır.”
Beyannamenin 21. maddesine derç olunan bu ifadeler, kendi insanını gözünü kırpmadan yok eden acımasız statükonun can damarını kesecek nitelikte bir muhtevaya sahip doğrusu…
Başbakan’ın konuşmasında sıklıkla vurguladığı bir husus vardı ki, bir şekilde hükümete muhalefet eden tüm grupların canını sıkacak bir içeriğe sahipti.
Ahlâk!
Referansını kendi medeniyet idrakimizden alan bu yaklaşıma yapılan ısrarlı vurgu, elbette ki, muhaliflerin karalama maksadıyla müracaat ettikleri argümanları hâk ile yeksan edecek denli etkiliydi.
Buna mukabil, bu deklerasyonun savunucuları açısından hayli mühim bir hatırlatma da söz konusu…
İktidarda olmak, güç ve kudret sahibi olmak, ahlâki çürümüşlüğe kapı aralamak anlamına gelmemeliydi.
İşte bunun için kadim referansımızın en temel umdeleri tek tek sıralanarak, bu misyona sahip çıkanların neyi yüklendiği de açık bir şekilde gözler önüne konuyordu.
Beyannamenin 23. maddesini okuyoruz:
“Kadim kültürümüzde esasları konmuş olan canın, aklın, neslin, inancın ve mülkün korunması kamunun sorumluluk alanlarını, çağdaş toplumsal hayatın temelini dokuyan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ise vatandaşların temel özgürlük alanlarını tanımlar.”
Evet, tam bir devrimci manifesto hükmündeki bu beyannameye dair, özellikle de ‘sistemi’ değiştirecek yaklaşımlar için de sanırım bir yazı daha gerekecek.