Binlerce takipçi, yüzlerce beğeni… Ama kalbinin içinde derin bir sessizlik.
Ekranların parıltısı, kalabalık listeler, sürekli akan bildirimler… Hepsi dışarıdan bakıldığında canlı, hareketli, renkli bir hayatın izlenimini veriyor. Fakat içimize dönüp baktığımızda, o parlak görüntünün ardında kocaman bir boşluk duruyor.
Dijital çağ bize görünür olmayı öğretti ama anlaşılmayı unutturdu. Her gün onlarca fotoğraf, yüzlerce paylaşım yapılıyor ama kimse birbirinin gözlerine bakmıyor. Bir fotoğrafın altına yazılan “çok güzelsin” yorumu, gerçek bir tebessümün yerini tutmuyor. O yorum belki anlık bir haz veriyor ama ardından daha büyük bir yalnızlık bırakıyor.
Teknoloji sayesinde bağ kuruyoruz, ama çoğu bağ yüzeysel kalıyor. İlişkilerimiz, bir “beğeni” kadar hızlı, bir “görülme” kadar kısa ömürlü oluyor. Yalnızlığımızı gizlemek için kalabalık bir ekran dünyasına sığınıyoruz. Gülücük emojileriyle duygularımızı saklıyor, çevrim içi olduğumuz anlarda bile ruhen çevrim dışı yaşıyoruz.
Oysa insan, insanla tamamdır. Bir sohbetin sıcaklığı, bir elin dokunuşu, bir göz temasının samimiyeti hiçbir ekranla kıyaslanamaz. Belki de bu çağda en kıymetli şey, bir ekranın değil, bir insanın yanında susabilmektir. Çünkü gerçek bağ, konuşmadan da kurulabilendir.
Unutmayalım: Yalnızlığı unutturan şey, bağlantı değil; gerçek temastır. Ve dijital dünyanın en büyük lüksü, hâlâ yan yana oturup sessizce gülümseyebilmektir.