Doğu Akdeniz Gaz Forumu üzerine bazı tespitler

Abone Ol

Temelleri 16 Ocak 2019 tarihinde atılan ve ikinci toplantısı 16 Ocak 2020’de gerçekleştirilen Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kuruluş sözleşmesi, geçtiğimiz salı günü düzenlenen sanal törenle imzalandı. Kahire’nin inisiyatifiyle başlayan Forum’a, kurucu üyeler olarak Yunanistan, İtalya, Ürdün, Mısır, Güney Kıbrıs, İsrail ve Filistin olmak üzere toplam yedi ülke katıldı.

Üye ülkeler arasında petrol ve doğalgaz altyapısında iş birliğinin güçlendirilmesi, enerji güvenliği ve Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınması gibi hedefleri olan Forum’un nihai amacı, orta vadede güçlü bir bölgesel bir örgüte dönüşmektir. Nitekim Forum’a katılan ülke temsilcileri yaptıkları açıklamalarda, Forum’un daha fazla üyeye, kuruma ve bölge ülkesine ihtiyaç duyduğunu ifade etmesi, bu duruma işaret etmektedir.

Kaldı ki Forum’un bundan sonraki süreçte alacağı biçimi, 15 Eylül tarihinde İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında imzalanan “normalleşme anlaşmaları” veya resmi adıyla “İbrahim Anlaşması” kapsamında düşünmek zaruridir. Zira gerek Forum’un gerekse de İbrahim Anlaşması’nın ardında ABD’nin olduğu göz ardı edilmemelidir. Öyle ki İsrail’in şimdiden Birleşik Arap Emirlikleri’ni Forum’a katmak için diplomatik girişimler başlatması yukarıdaki varsayımı doğrulamaktadır.

İbrahim Anlaşması ve Forum kapsamında yürütülen çalışmalar, kamuoyuna bölgede istikrar ve refahın ilerletilmesi yönünde sunulsa da, bazı önemli siyasi amaçlarının olduğu meydana gelen gelişmelerden kestirilebiliyor. ABD’nin, NATO’dan özellikle Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da müttefikleri arasında sıkça karşılaşılan çıkar çatışmalarından dolayı istediği verimi alamadığı, bu nedenle kendi güdümündeki bölgesel örgütler kurma fikrine sıcak baktığı söylenebilir.

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik üç siyasi hedefi olduğu bilinmektedir. Bunların başında, İran’ın Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki etkisinin kırılması gelmektedir. İkinci hedefin, Rusya’nın Ortadoğu’da Sovyetler Birliği’ne benzer bir güç elde etmesinin önüne geçmek olduğu ileri sürülebilir. ABD’nin, Rusya’nın Baltık Bölgesi’nden Basra Körfezi’ne kadar uzanan hat boyunca yeni bir jeopolitik denklem kurmasından endişe duyduğu bilinen bir realitedir.

Son olarak üçüncüsü, Beyaz Saray’ın Filistin meselesini Başkan Donald Trump’ın “Yüzyılın Planı” adını verdiği “Ortadoğu Barış Planı” yoluyla çözüme kavuşturma girişimidir. Bölge ülkelerinden Ürdün, Katar, Kuveyt ve Türkiye,  bu plana karşı çıkarken, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın plana sıcak yaklaştığı görülmektedir.

Dolayısıyla “Doğu Akdeniz Gaz Forumu”, “İbrahim Anlaşması” ve “Ortadoğu Barış Planı” bölgeyi yeniden dizayn etmeyi amaçlayan stratejik bir ajandanın yapıtaşlarıdır. ABD ve İsrail nazarında bölgesel barışın sağlanabilmesi ancak bu üç önemli sacayağının işlevsel hale getirilmesiyle mümkündür. Diğer taraftan, bu üç sürece karşı çıkan ülkeler ise “bölgesel barışı ve istikrarı” “tehdit eden” yeni aktörler şeklinde takdim edilmektedir.

Ancak bunun başarıya ulaşabilmesi için öncelikle bölgesel ölçekte güvenlik planlaması yapan devletlerin tehdit algılarını eşitlemek gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, bölgede her devletin kendine göre bir tehdit algılaması vardır ve buna ilişkin ciddi ayrışmaları bir çırpıda ortadan kaldırmak kolay bir iş değildir. Güncel Türk dış politikasını da söz konusu bu üç siyasi girişim, bölgesel ve küresel tehdit algılamaları kapsamında değerlendirmek gerekiyor.