Dünyanın gidişatını gösteren kara bir işaret

Abone Ol

Dünya, insanlığın kendi elleriyle kurduğu en büyük tehditle karşı karşıya: Küresel ısınma. Artık bu kavram sadece bilim insanlarının raporlarında değil, günlük hayatımızda da yakıcı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Eskiden çocuklarımızın okul kitaplarında okuduğu “iklim değişikliği” ifadesi, bugün evimizin kapısına dayanmış durumda. Aşırı sıcaklar, kuraklık, seller ve en çok da orman yangınları…

Hepsi, insanoğlunun doğaya yaptığı hoyratça müdahalenin bir sonucu olarak hayatımızı kuşatıyor. Son yıllarda Türkiye’de yaşadığımız büyük orman yangınları hâlâ hafızalarımızda taptaze. Muğla’da, Antalya’da, Adana’da günlerce süren alevler sadece ağaçları değil, evleri, hayvanları ve insanların umutlarını da kül etti. O anlarda gökyüzünü kaplayan duman, aslında bize dünyanın gidişatını gösteren kara bir işaretti. Ormanların yok oluşu sadece ağaç kaybı değil; biyoçeşitliliğin, ekosistemin ve insanlığın geleceğinin kaybı anlamına geliyor.

Çünkü ormanlar sadece birer doğal güzellik değil, aynı zamanda hayatın akciğerleridir. Onlar olmadan ne temiz hava kalır, ne su, ne de yaşam. Küresel ısınma, yangınların boyutunu ve sıklığını artırıyor. Artan sıcaklıklar, kuruyan toprak, nem oranının düşmesi ve sertleşen rüzgârlar, küçük bir kıvılcımı bile devasa yangınlara dönüştürüyor. Eskiden “mevsimlik felâketler” diye düşündüğümüz bu olaylar, artık neredeyse yılın her döneminde karşımıza çıkıyor. Sadece Türkiye’de değil, Yunanistan’dan İtalya’ya, Kaliforniya’dan Avustralya’ya kadar birçok coğrafya aynı ateşin pençesinde kıvranıyor.

Yani mesele sadece bizim ülkemizle sınırlı değil; insanlığın ortak felâketi. Ancak burada Türkiye’nin çevre hassasiyetine ayrıca değinmek gerekiyor. Bizim coğrafyamız, sadece iklimsel etkiler açısından değil, tarihî ve kültürel değerler açısından da çok özel. Binlerce yıllık medeniyetlerin doğduğu bu topraklarda her ağaç, her dere, her kuş cıvıltısı bir mirasın parçasıdır. Bu yüzden Türkiye’de çevre bilincinin güçlenmesi, sadece ekolojik değil, millî bir görevdir. Çünkü bu toprakları korumak, aslında geçmişimize sahip çıkmak ve geleceğimizi güvenceye almak demektir. Son yıllarda toplumda çevre hassasiyetinin giderek arttığını görmek sevindirici. Özellikle genç nesillerin doğaya duyarlı hareketleri, sivil toplum örgütlerinin bilinçlendirme çalışmaları umut verici bir tablo ortaya koyuyor.

Ancak bireysel duyarlılık yetmez; devlet politikalarının da bu hassasiyeti güçlendirmesi şarttır. Yangın söndürme kapasitesinin artırılması, erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi, çevreye zarar veren projelerin gözden geçirilmesi, uzun vadeli stratejiler gerektiriyor. Türkiye, bu konuda kararlı adımlar atmak zorundadır. Bir diğer önemli nokta ise çevre felâketlerini sadece “yangın” veya “sel” olarak değil, bütüncül bir bakış açısıyla ele almaktır. Küresel ısınma, sadece ormanları değil, tarımı, su kaynaklarını, gıda güvenliğini ve insan sağlığını da tehdit ediyor. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde kuruyan göller, azalan nehirler ve kavrulan topraklar, yarının büyük krizlerinin habercisidir.

Eğer suyu, toprağı ve havayı korumazsak, ülkemizin geleceğini güvence altına almamız mümkün değildir. Bütün bunların ışığında şu gerçeği kabullenmek zorundayız: Doğa, insanoğluna ait değil; insanoğlu doğaya aittir. Biz bu toprakların efendisi değil, emanetçisiyiz. Eğer emanete ihanet edersek, doğa bize bunun faturasını çok ağır bir şekilde öder. Artık bu faturayı ödemeye başladık bile. Kuraklıkla, sellerle, yangınlarla, soluduğumuz kirli havayla… İnsanlık, kendi elleriyle kendi geleceğini tüketiyor. Türkiye’nin çevre hassasiyetini artırmak, sadece devletin veya kurumların değil, hepimizin görevidir. Bir ağaç dikmek, bir damla suyu israf etmemek, plastik kullanımını azaltmak, doğayı kirletmemek… Küçük gibi görünen bu adımlar, büyük bir geleceğin temeli olabilir. Çünkü çevre mücadelesi, aslında insanlık mücadelesidir. Bu mücadelede kaybedecek zamanımız yok. Küresel ısınmanın getirdiği artan yangınlar bize açık bir çağrı yapıyor: “Doğayı korumazsanız, kendinizi koruyamazsınız.” Türkiye’nin çevre hassasiyetini güçlendirmesi, sadece ekolojik değil, millî bir zorunluluktur. Bugün attığımız adımlar, yarının çocuklarına bırakacağımız mirası belirleyecek. Ve o miras ya yeşeren ormanlar olacak, ya da küle dönmüş topraklar… Tercih bizim elimizde.