“Ya Rabbi, bizi nefsimizle baş başa bırakma.”
Her dua kıymetlidir ama sanki yaşadığımız günlerde bu duaya daha çok ihtiyacımız var. Artık sadece nefsimizin şerrinden Allah’a sığınmak yeterli değil, “Şeytanlarla” beraber dolaşıyoruz. Şeytanımızı yanımızda taşır olduk. Bütün kötülükler elimizdeki cep telefonunun içinde. Şeytan ya da nefis dürttü mü saniyeler içinde aklınıza-hayalinize gelmeyen günahlara ulaşabilirsiniz. “Günah” sadece bir dokunuş mesafesi uzaklığında ve bütün şatafatıyla seni bekliyor. İnsanın bu kadar yakınında bulunan nefsine hoş gelecek yanlışlara “dur” demesi çok zor. “İmtihan dünyası” deyip işin içinden çıkamazsınız. İnancımızda “Yasak olan şeylere yaklaşma!” diye bir düsturumuz var. O nedenle temel yaklaşım, yanlışlardan-kötülerden uzak durmaktan geçer.
Meseleyi dini kavramlarla anlatıyorum. Dünyevi kavramlar bu meseleyi anlatmaya yetmiyor. Yaşanan sıkıntı sadece Müslümanların meselesi değil, insanlığın sorunu. Şimdi diyeceksiniz ki “Abartıyorsunuz, bu teknolojinin çok fazla iyi tarafları da var.” Haklısınız, iyiliklerine ve hayatı kolaylaştıran taraflarına sözümüz yok. Kötülüklerin peşine takılmak “her” kişinin işi, iyiliklerin peşine düşmek “er” kişinin işi. İyi niyetle çıktığınız yolda uçurumlara savrulmanız an meselesi...
Zehirler paketlenerek, güzel ambalajlarla göz kamaştıran tekniklerle sunuluyor.
İnternet denen ormanda en tehlikeli işlerden birisi sanal kumar. Kolay, hemen ulaşılır, köşeyi döndüren, sizi rüyalar âlemine götürecek fırsatlar birkaç dokunuştan sonra önünüze çıkacak. Daha doğrusu “Açıl susam açıl” durumu. Bu kumarın çeşitleri, akla hayale gelmeyecek kadar çok. Teknoloji geliştikçe şer işler içinde yeni teknikler, yeni yöntemler ortaya çıkıyor. Şeytana pabucunu ters giydirecek durumlarla karşı karşıyayız. Hayal âleminde başka bir hayalin rüyasıyla yaşamak… Sonra pişmanlıklar, perişanlıklar, intiharlar, ölümler... Bu derde düçar olanlar, her defasında koydukları hedefler gerçekleşirse bu işi bırakacağını ifade eder ama hedef hiçbir zaman gerçekleşmez.
Hakemlerin, sporcuların bu hastalığa düçar olmasını açıklayacak cümle bulmak zor. İşte burası tuzun koktuğu yer.
Peki, bu cendereden nasıl çıkacağız?
Hani derler ya “Yapılan doğru işlerin bile azı karar çoğu zarardır.” Yanlış işlerin ise azı da çoğu da zarardır. Bu zararı kuru vicdanla durdurma imkânı yok. İnsan akıl ve iradesinin tek başına üstesinden gelemeyeceği bir konu. Manevi ve ahlaki değerlere ihtiyaç var. Vicdanınıza bir güç “Bunu yapma!” diyecek. “Zararlı, günah, çıkmaz sokak.” diyecek ve sizi vazgeçirecek.
Devlete, yönetenlere de burada büyük sorumluk düşüyor. Olayları sonuçlarından okuyarak cezalandırmak yetmez. Baştan tedbir almak gerekir. Zararlı olan mekanizmaları üretenleri engelleyerek onların cezalarını ağırlaştırmak gerekir. Hem mikrobun üremesine zemin hazırlayıp sonra da yapanlara ceza vermek doğru bir tavır olmaz.
Bu konuların çözümünü yerel otoritelerden, tek başına devletlerden beklemek vakit kaybından başka bir şey olmaz. Tabiri caizse yangın bacayı aşmıştır. Artık çözümü dünya ölçeğinde aramak gerekir.
İlmi tedbirleri almanın yanı sıra ahlaki değerleri dikkate alarak hem fert bazında hem de insanlık düzeyinde çözümler üretmek zorundayız. Yunus’un dediği gibi “Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep. Dediler ilim geride illa edep illa edep.”