Eğitim ve ekonomi çıkmazı

Abone Ol

Her ağustos sonunda açıklanan üniversite yerleştirme sonuçları, aslında sadece gençlerin değil, bütün bir toplumun aynasına dönüşüyor. Kâğıt üzerinde başarı gibi görünen rakamlar, sahada acı gerçeklerle yüzleşiyor: Kaç genç istediği bölüme yerleşebildi? Kaç aile çocuğunu okutabilmenin yükünü sırtlayabilecek? Kaç öğrenci, hayalini kurduğu mesleğin değil, sadece “para kazandırır” denilen bir bölümün kapısında buldu kendisini?

Türkiye’de artık üniversiteye yerleşmek, asıl yolculuğun başlangıcı bile değil. Çünkü asıl mesele, okuyabilmek. Çocuğunu İstanbul, Ankara ya da İzmir’de üniversiteye göndermek isteyen bir memur emeklisi düşünelim. Maaşı daha ayın ortasında eriyip giden bu insan, nasıl kira ödesin, nasıl yurt parası bulsun, nasıl mutfak masrafını karşılasın? Çocuğun yol masrafı, kitap masrafı, harçlığı derken omuzlara çöken yükün adı “gelecek kaygısı” olmaktan çıkıp, neredeyse bir “çaresizlik” hâline geliyor.

Üstelik bu çaresizlik, gençlerin ruhuna da işliyor. İstediği bölümde okuyamayan, “hayalim mühendislikti ama puanım yetmediği için şu bölümü yazdım” diyen binlerce gencin cümlelerini duyuyoruz. Ama mesele sadece puan değil. Çoğu, ekonomik şartlardan ötürü kısa sürede iş bulabileceği bölümlere yöneliyor. Doktor olmak isteyen bir öğrenci, uzun ve pahalı bir eğitim sürecini göze alamıyor; onun yerine “iş bulurum” diye daha kolay görülen bölümlere kayıyor. Bu da aslında, gençlerin kendi hayallerinden değil, ekonominin onlara dayattığı yollardan ilerlemesine yol açıyor.

Devlet üniversitelerinin doluluk oranı bu yıl yine yüksek çıktı. Çünkü aileler biliyor: Özel üniversitenin kapısından içeri girmek demek, yıllık yüz binlerce lirayı gözden çıkarmak demek. Burs bulabilenler var ama o da çoğu zaman tam bir çözüm olmuyor. Özel üniversite cazibesini yitirirken, devlet üniversiteleri daha çok talep görüyor. Ama devlet yurdu bulabilmek başlı başına bir imtihan. Binlerce öğrenci yedek listelerde bekliyor, umutsuzca özel yurt fiyatlarına bakıyor. Aileler, “çocuğum nerede kalacak” derdiyle uykusuz geceler geçiriyor.

İşte tam da bu noktada bazı gençler çareyi “kayıt dondurmakta” buluyor. Ekonomik kriz nedeniyle, “bir yıl çalışayım, para biriktireyim sonra devam ederim” diyenlerin sayısı hiç az değil. Ama hepimiz biliyoruz ki, bir yıl ara veren çoğu öğrenci geri dönemiyor. Hayaller ertelendikçe unutuluyor, umutlar ertelendikçe yorgun düşüyor.

Bu tablo bize aslında şunu söylüyor: Eğitim artık sadece bir başarı, zeka veya azim meselesi değil; aynı zamanda ekonomik gücün göstergesi hâline gelmiş durumda. Bir memurun, bir emeklinin çocuğu ile varlıklı bir iş adamının çocuğu aynı sınava giriyor ama eşit şartlarda yarışmıyor. Biri yurt derdini, kira kaygısını, bilgisayar masrafını düşünüyor; diğeri sadece derslerine yoğunlaşıyor. Bu uçurum derinleştikçe, toplumsal adalet duygusu da yara alıyor.

Sorulması gereken asıl soru şu: Biz çocuklarımızı neye zorluyoruz? İstediği mesleği mi seçmelerine izin veriyoruz, yoksa “aman işsiz kalma, şu bölümü oku” diyerek mi yönlendiriyoruz? Bir genç sanatçı olmak isterken, ailesi “resimden karın doyar mı” deyip onu mühendislik bölümüne sürüklüyor. Başka biri tarih okumak isterken, “öğretmenlikte atama yok” gerekçesiyle tercihini değiştiriyor. Kısacası, gençlerimizin kaderini ne yazık ki puanlar değil, ekonomik koşullar ve iş bulma kaygısı belirliyor.

Bugün, üniversiteye yeni adım atan bir öğrencinin gözlerine baktığınızda, umut ile kaygının yan yana durduğunu görüyorsunuz. Evet, gençler hâlâ hayal kuruyor. Ama o hayallerin önünde bir kira faturası, bir yurt kuyruğu, bir mutfak masrafı engeli var.

Bu ülkenin geleceği için en büyük sorumluluk, gençlerin önünü açmak, onların “ekonomi yüzünden” yarıda kalmasına engel olmak. Çünkü eğitim hakkı, lüks değil; herkesin en temel hakkıdır. Ve biz bu hakkı koruyamazsak, sadece gençlerimizin değil, ülkenin geleceğini de kaybetmiş oluruz.

Bugün çocuklarımızın önünde yükselen duvarı, ancak ortak bir irade ve samimi bir eğitim politikasıyla aşabiliriz. Aksi takdirde, her yıl yerleştirme sonuçları açıklandığında aynı soruyu sormaya devam edeceğiz: Kaç genç istediği mesleği seçti, kaç genç mecbur bırakıldı?

Ve belki de asıl acı olan şu: Her yıl binlerce hayal, üniversite kapılarında sessizce kayboluyor