Enflasyon hedefleri ve vatandaşın cebi

Abone Ol

Ekonomi yönetimi bir kez daha önümüze hedefler koydu: 2025 yılı için yüzde 28,5 enflasyon… Ve ardından 2027’de tek haneli rakamlara dönüş vaadi. Kâğıt üzerinde kulağa hoş geliyor. “Sabredin, iki yıl sonra refah gelecek” mesajı verilmek isteniyor. Peki gerçek hayat ne söylüyor? Dün markete giden emekli vatandaşın sepeti, bu hedeflerin neresinde? Pazara çıkıp üç poşet sebzeye maaşının dörtte birini veren işçi, bu tabloda kendini bulabiliyor mu?

İşte mesele tam da burada düğümleniyor. Rakamlarla kurulan pembe tablolarla, halkın cebinde hissedilen yangın arasındaki makas günbegün açılıyor. Rakamların Gölgesinde İnsan Hikâyeleri Enflasyon denince çoğu insanın aklına tablolar, grafikler, merkez bankası raporları geliyor. Oysa gerçek öykü çok daha basit: Emekli annemin bana söylediği şu sözde gizli aslında: “Evladım, geçen ay aldığım peynirin kilosu bu ay yarı yarıya artmış.

Hangi enflasyon düştü, bana anlat.” Sokaktaki insanın gözünde enflasyon, bankacıların ya da ekonomistlerin raporlarında değil, mutfakta kaynayan tencerede ölçülüyor. İşte bu yüzden her yeni “program açıklaması” toplumda büyük bir şüpheyle karşılanıyor. Çünkü insanlar, defalarca verilen sözlerin tutulmadığını gördü. Merkez Bankası’nın Sınavı Bugün ekonominin yükü Merkez Bankası’nın sırtına yıkılmış durumda. Faizi artırarak enflasyonu dizginlemeye çalışıyorlar. Ama faiz artınca krediye erişim zorlaşıyor, iş insanı yatırım yapamıyor, gençler ev kredisi çekemiyor.

Bir yanda fiyat istikrarı, öte yanda hayatın akışı… Bağımsızlığını tartıştığımız Merkez Bankası, acaba siyasî iradeden ne kadar kopuk karar alabiliyor? Bu sorunun cevabı verilmeden enflasyon hedeflerinin tutması da mucize olur. Çünkü ekonomide en önemli sermaye, güvendir. Bedeli Kim Ödeyecek? Programda “mali disiplin” vurgusu yapılıyor. Harcamaların kısılacağı, gelirlerin artırılacağı söyleniyor. Peki bu disiplinin faturası kime çıkacak? Tarih bize gösterdi: Hep dar gelirliye… Emeklinin zam oranı düşer, İşçinin asgari ücreti enflasyona yetişemez,

Çiftçinin destekleri azalır. Üst gelir grupları ise yeni imtiyazlarla yollarına devam eder. Eğer bu program yine aynı döngüyü üretirse, enflasyon düşse bile toplumsal adalet yerle bir olur. Umutla Kuşku Arasında Türkiye ekonomisi, yıllardır “hedefler” ve “gerçekler” arasında savruluyor. Bir gün büyüme masalları anlatılıyor, ertesi gün kriz kapımızı çalıyor. İnsanlar artık vaat değil, sahici değişim istiyor. “2027’de tek haneli enflasyon” ifadesi bir umut ışığı gibi dursa da halkın zihninde şu soru yankılanıyor: “O güne kadar biz ne yiyeceğiz, nasıl geçineceğiz?”

Benim kanaatim şudur: Enflasyon sadece teknik bir mesele değildir. İnsanların geleceğe güvenle bakıp bakamaması, çocuklarının eğitimini karşılayıp karşılayamaması, kiralarını ödeyip ödeyememesi, aslında ekonominin gerçek göstergesidir. Ekonomiyi yönetenler, rakamlarla toplumu avutmaya kalkarsa bir süre sonra o rakamlar da inandırıcılığını yitirir. İnsanların gözü artık açıklamalarda değil, mutfakta kaynayan çorbada. Çorba taşmıyorsa, sofraya ekmek geliyorsa işte o zaman enflasyon gerçekten düşmüş demektir. O güne kadar, açıklanan her program, kulağımıza hoş gelen ama midemizi doyurmayan bir vaat olmaktan öteye geçmeyecektir.