Faiz cenderesinde bir ekonomi

Abone Ol

Türkiye ekonomisi, neredeyse iki buçuk yıldır yüksek faizin gölgesinde yol almaya çalışıyor. Merkez Bankası, Haziran 2023’te başlattığı faiz artırımlarıyla politika faizini Aralık 2024’te yüzde 50’ye kadar çıkarmıştı.

Sonrasında yapılan sembolik indirimlerle oran yüzde 40,5’e gerilese de bu tablo, sokaktaki vatandaşa ve sanayiciye hiçbir nefes aldırmadı. Çünkü kâğıt üzerinde indirilen faizler, bankaların uyguladığı oranlara yansımadı. Bugün hâlâ vatandaş bir ihtiyaç kredisi almak istediğinde yıllık yüzde 65-70 arasında değişen maliyetlerle karşılaşıyor.

Yüksek faizin adı, teknik raporlarda “enflasyonu düşürme aracı” olarak anılıyor. Ancak pratiğe baktığımızda görüyoruz ki, asıl düşen şey üreticinin morali, vatandaşın alım gücü ve şirketlerin ayakta kalma direnci oldu. Devletin kasasından her ay yüz milyarlarca lira faiz ödemesine gidiyor. Sanayici, finansman yükünden dolayı zarar açıklıyor.

Vatandaş, evini yenilemeyi, çocuğuna bilgisayar almayı, hatta mutfağını döndürmeyi ertelemek zorunda kalıyor. Paradan para kazanan bir kesim, bu yüksek faiz düzeninde elini ovuştururken, üreten milyonlar çarkın dişlileri arasında eziliyor. Bu, sadece ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda sosyal adaletin, emeğin ve alın terinin değersizleştirilmesi anlamına geliyor.

2025’in ilk sekiz ayında konkordato başvurularının 3 bin 834’e ulaşması, iş dünyasının içinde bulunduğu sıkışmışlığı net şekilde ortaya koyuyor. Bunlardan 1.833 şirket için geçici mühlet kararı verilmiş, 141’inin iflası kabul edilmiş durumda. Bu tablo, yüksek faizin sadece vatandaşı değil, reel sektörü de derinden yaraladığını gösteriyor.

Büyük gruplar bile fabrika kapatmaya başladıysa, küçük işletmelerin yaşadığı yıkımı varın siz düşünün. Türkiye ekonomisi, üretim gücünü kaybettikçe dışa bağımlılığı artıyor. Oysa ülkenin çıkış yolu üretimden, ihracattan, sanayiden geçiyor. Faiz kıskacında boğulan bir reel sektör, bu vizyonu nasıl sürdürecek? Merkez Bankası’nın temmuz ve eylül toplantılarında yaptığı indirimler, sembolik olmanın ötesine geçemedi.

Çünkü kredi faiz oranları yerinden kımıldamadı. Bankaların tavrı net: Merkez Bankası faiz indirse bile, kredi muslukları sıkı sıkıya kapalı. Tüketici, ihtiyaç kredisi almak istese bile “limitler doldu” bahanesiyle geri çevriliyor. Mecbur kalan, yüksek maliyeti kabul ederek borçlanıyor. Merkez Bankası verileri de bunu doğruluyor. 3 Ocak 2025 haftasında ortalama tüketici kredi faizi yüzde 73 iken, 5 Eylül haftasında yüzde 68,5’e gerilemiş. Yani Merkez Bankası faizi toplamda 7 puan indiriyor ama vatandaşın cebine yansıyan düşüş yalnızca 4,5 puan oluyor.

Bu da yüzde 6,9’luk bir gerilemeye denk geliyor. Sözün özü, faiz indirimleri vitrin süsü olmaktan öteye gidemiyor. İş dünyasının bir başka şikâyeti ise “kredi sınırlaması.” Merkez Bankası, 2025 başında ticari kredi büyüme sınırını KOBİ’ler hariç yüzde 1,5’e kadar düşürdü. Daha sonra kısmen esnetse de bu kural hâlâ ekonominin üzerinde kara bulut gibi dolaşıyor. Sanayici haklı olarak soruyor: Bu sınırlamalar ne zaman kalkacak? Çünkü krediye ulaşamayan bir işletme, üretim kapasitesini artırmak şöyle dursun, mevcut hattını bile döndüremiyor. İşçinin maaşını ödemekte zorlanan patron, çareyi konkordato masasında arıyor. Merkez Bankası, 22 aydır politika faizini yüzde 40-50 bandında tutuyor.

Bu tablo, ekonominin üzerine adeta beton dökülmüş gibi bir durgunluk yaratıyor. Bir yanda faiz yüküyle küçülen şirketler, diğer yanda borcunu çeviremeyen vatandaş… Bu faiz cenderesi, yalnızca rakamlardan ibaret değil; aynı zamanda milyonlarca insanın yaşam umudunu da törpülüyor. Gençler ev sahibi olma hayalini ertelemek zorunda kalıyor. Emekliler birikimlerini faiz sarmalına kaptırıyor. İşçi ve memur, maaşının her ay biraz daha eridiğini görüyor.

Türkiye’nin bu kısır döngüden kurtulabilmesi için cesur bir üretim ve yatırım stratejisine ihtiyacı var. Faiz indirimi, tek başına bir çözüm değil. Asıl mesele, faiz politikasının üretim dostu bir iklime evrilmesidir. Bankaların keyfî tavırlarına son verilmeli, kredi muslukları gerçekten açılmalı, üretim teşvik edilmelidir. Faiz, ekonomide bir araçtır; amaç hâline geldiğinde toplumun sırtına yük olur. Bugün geldiğimiz nokta tam da budur: Araç, amaca dönüşmüştür. Bu nedenle üretimden, istihdamdan ve ihracattan yana yeni bir ekonomik akla ihtiyaç vardır.