Kültür Sanat

Aykırı olan ve eleştirenlerin tercih edeceği kitapların listesi belli oldu! Kendinizi kaybedeceksiniz

Yeraltı edebiyatının en popüler kitaplarını sizler için derledik. İşte okurken kendinizi kaptıracağınız eserler...

Abone Ol

<p><span>Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay'ın bu ilk romanını "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak niteler. Moran'a göre "Oğuz Atay'ın mizah gücü ve duyarlığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. "Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, "saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yazar."</span></p>

<p><span>Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…” Karabasan gibi bir gelecek atmosferi… Geceleyin sokakları terörize eden, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler ve bu hikâyenin anti-kahramanı Alex... Yayımlandığı günden bu yana “kült roman” özelliğini kaybetmeyen Otomatik Portakal’ın 15 yaşındaki kahramanı, “iyi ya da kötü nedir?”, “İnsan özgür iradesiyle kaderini seçebilir mi?” gibi soruların yanıtlarını kurcalarken, şiddet dolu sahnelere Beethoven’ın, Mozart’ın müziği eşlik ediyor; Alex ve “çete kardeşleri” Pete, Georgie ve Aptalof, yarattıkları yepyeni dilin kelimelerini okurun zihnine kazıyorlar. Ünlü yönetmen Stanley Kubrick tarafından 1971’de filme de çekilen Otomatik Portakal tüm zamanların en sarsıcı romanlarından.</span></p>

<p><span>Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): İlk romanı İnsancıklar 1846’da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Belinski bu eser üzerine Dostoyevski’den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Ancak daha sonra yayımlanan eserleri o dönemde fazla ilgi görmedi. Yazar 1849’da I.Nikola’nın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi. Cezasını tamamlayıp Sibirya’dan döndükten sonra Petersburg’da Vremya dergisini çıkarmaya başladı. 1861-1862 yıllarında bu dergide yayımlanan Ölüler Evinden Anılar Dostoyevski’nin Sibirya’da geçirdiği sürgün yıllarının izlenimlerini bütün canlılığıyla yansıtır.</span></p>

<p><span>Trainspotting, dibe vurmaktan çekinmeyenlerin öyküsü. Kısa ve hayal kırıklıklarıyla dolu hayatların baştan kabulü… Trainspotting, şimdi ve her zaman, bir iş-bir eş-bir yuva masallarıyla doymaktansa hayatın gerçekleriyle aç kalmayı seçenlerin gün sonu özeti.</span><br /><br /><span>Yaşamlarını kariyerle ya da ilişkileriyle anlamlandırmaya çalışanlara inat, bambaşka şeylerin üzerine şeytan arabalarıyla tam gaz gidenlerin çarpıcı, unutulmaz, kafası güzel ve hazmı zor hikâyesi Trainspotting.</span></p>

<p><span>İlk kez yayımlandığı 1996’dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan ve sinemaya da aktarılan </span><em>Dövüş Kulübü</em><span>, bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam. </span></p> <p><span>Aynı dayanışma gruplarının bir başka müdavimi, toplum kaçkını bir genç kadın. Ve Tyler Durden; yalanlar ve mutsuzlukla dolu bir dünyaya kendi yöntemleriyle saldıran yarı çılgın bir kurtarıcı, baştan çıkarıcı bir intikam meleği. Tyler’ın felsefesine göre, tüketim kültürünün uyuşturucu etkisinden kurtulmanın yolu, fiziksel acıyla tanışarak yeniden doğmaktır. Çok geçmeden, gecenin geç saatlerinde bar bodrumlarında toplanan gizli bir “dövüş kulübü”, ülkenin dört bir yanını saracaktır. </span></p> <p><span>Ama Tyler’ın dünyasında sınırlara ve kurallara yer yoktur. Kendi bedenini örseleyen bir müritler ordusu, toplum düzenini ve konformizmi imha etmek üzere Tyler’ın peşine takılır... Chuck Palahniuk’un ilk romanı, tüketim kültürüne, hırs ve üstünlük duygusuna, güzellik idealine ve iş dünyasına zehir zemberek bir eleştiri yöneltiyor. Palahniuk, karanlık bir mizahla desteklediği güçlü ve çarpıcı üslubuyla, yaşadığımız dünyanın çirkin suretine ayna tutuyor.</span></p>

<p><span>Türkçe yeraltı edebiyatının ilk örneği sayılan roman, modern hayatın her bireyde şiddetle uyandırdığı "basıp gitme" arzusunu gerçekleştiren, uyuşturucu satıp adam öldüren, şantaj yapan ve adlarını kendileri seçen iki arkadaş olan "Kinyas ile Kayra"nın başından geçenleri anlatır.</span></p>

<p><span>J.G. Ballard bu dev eserinde teknolojiyle ilişkimizi tahrip ve tahrik ederek bizi bir “araba sevdası” distopyasına taşıyor.  Kimi eleştirmenlerin türünün tek örneği olarak gösterdiği, kimilerinin ise mide bulandırıcı bulduğu bu makine-erotizm hezeyanının kahramanları gündelik hayatımızın ürkütücü derecede içinde, haz ve saplantılarının çarpık bağlantıları ise hep kıyısında durduğumuz bir uçurumun altında. İktidar, statü ve cinsellik sembolü olarak otomobilin fetiş nesnesinin ta kendisi haline geldiği satırlarda Ballard, bilimkurgunun yabancılaştırıcılığının karşısına, “Asıl yabancı gezegen dünyamızdır” görüşüne uygun olarak gerçeğin ve mümkün olanın dehşetini koyuyor. </span><br /><span> </span><br /><span>David Cronenberg tarafından filme uyarlandığında büyük yankı uyandıran ve Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü aldığında büyük tartışmalar yaratan Çarpışma distopik edebiyatın en önemli örneklerinden biri.</span></p>

<p><span>"Zaman çok, Kara Cüppe, kunduzlar tavşanlarla dost olana kadar konuşsal seninle, yine de günleri birbirine bağlayan ipi koparamayız." Yaşlı bir Kızılderili ne kadar yanılabilir...</span><br /><span>"Bir insanın doğasındaki en özgün şey genellikle en umutsuz olandır. Bu yüzdenyeni sistemler yaşamın acısına katlanamayan kişilerce zorla yerleştirilir dünyaya" L. Cohen ne kadar yanılabilir...</span></p>

<p><span>Başlangıçta dostluk vardı; ortak hazların, ortak heyecanların kaynağı… Sonra edebiyat, sonra şiir, sonra sanat, sonra geceler, sonra arayış, sonra hezeyan. Hep ama hep aşk vardı, objesi olsun olmasın, oradan oraya savrulmalar, dostlardan alınan ilham, bebop tınılarının ritmi. Başında da sonunda da coşku vardı; yaşamın yakıtı, varlığın sebebi.</span><br /><br /><span>San Francisco’nun yeraltı sakinleri yaşamın kıyısında, tüm o cazın tam ortasındaydılar, gece ya da gündüz, daima, sokaklarda, aydınlıkta, karanlıkta ve pek tabii yatak odalarında, yaşamın özünü kavramanın peşinde… Mardou diye bir kadın vardı; sonra yalnızlık ve aşk, hayallerin inşası ve yıkımı, yaşamın sarsıcı fakat olağan döngüsü.</span><br /><br /><span>Edebiyatın yaşamdan beslenmesi gerektiğini savunan Kerouac, Ginsberg’den Burroughs’a Beat kuşağının nice figürünün uğradığı </span><em>Yeraltı Sakinleri</em><span>’ni üç gün üç gecede, adeta nefes nefese yazdı, ama en baştan başlamak, hakikati salıvermek gerek şimdi... Gerçeği yanan bir ateş gibi diri, yüreğin sesini dürüst kılmak gerek.</span></p>

<p><span>Adam Strand depresyonda değil. Zihinsel bir hastalığı ya da hepimizin gündelik hayatta tecrübe ettiği rutinin ötesinde bir derdi de yok. Sadece canının sıkkın olduğunu söylüyor. Hayatına son vermeyi deniyor, otuz dokuz defa, ancak her defasında tekrar hayata dönüyor. Ama anlatmak istediği hikâye bu değil. Hatta herhangi bir hikâye anlatmak da istemiyor.</span><br /><span></span></p> <p><span>Henüz on yedi yaşındaki Adam Strand atlama, kesme, aşırı doz, kendini boğma, tüfek, zehirlenme gibi türlü türlü yöntemlerle kendisini otuz dokuz kez öldürür. Nedenlerini hiçbir zaman açıklamaz ve bununla beraber her teşebbüsünden birkaç saat sonra uyanmanın bir yolunu bulur. Bir nehir üzerinde, şehir meydanında bir melek heykeli üzerinde, terk edilmiş köprülerde...</span><br /><span></span></p> <p><span>Nedenleri takip etmesi zor olaylar ve başlıklar içeren bu kitabı elinizden bırakamayacak, zorlayıcı ve sürükleyici bir hikayenin parçası olacaksınız!</span></p>