Bazı günler vardır. Hiçbir şey yolunda gitmez. Daha sabah uyanmadan gelen bir mesajla günün yönü değişir. Yapılacaklar listesi uzadıkça uzar, telefonlar susmaz, işler yetişmez, insanlar kırar… Ve sen, sadece görevlerini tamamlamaya çalışan biri haline gelirsin. Zaman akar, sen sadece koşarsın. Akşam olur, yorgunluk çökmeden hemen önce bir an durursun. O duraklama anı, sessizliğin çığlığı gibidir. İçinden yükselen sesi bastırmak zordur: “Ben ne yaşıyorum böyle?”
Ama işte o an, gerçek sensin. Tüm roller, görevler, maskeler düşünce, yalnızca “sen” kalırsın geriye. Kariyerini, evini, aileni, çevreni, her şeyi bir kenara koyduğunda, geriye kalan çıplak hâlinle... Ve o “sen”, her şeyin üstesinden gelen kişidir. Belki sessizdir, belki yorgundur ama hâlâ oradadır. Düşmemiştir. Sadece biraz durmaya, nefes almaya, hatırlamaya ihtiyaç duymaktadır.
Bazen güçlü olmak, hep ayakta durmak demek değildir. Bazen sadece devam etmeye niyet etmek, bileğinin büküldüğünü kabul edip yeniden doğrulmak da büyük bir güçtür. Günün getirdiklerine yenilmediysen, ertesi güne umut taşıyabiliyorsan, o yorgun bedenin içinde hâlâ mücadele eden bir ruh varsa, sen hâlâ oradasın demektir.
Gün bitmiş olabilir ama sen bitmedin. Gecenin en sessiz saatinde bile içinden hâlâ konuşan bir tarafın varsa, umut tükenmemiştir. Uyandığında yeniden başlayabilecek bir yüreğin var. Her şeye rağmen hâlâ sevinebilecek, hâlâ bağışlayabilecek, hâlâ hissedebilecek bir kalbin… Bu, hayattaki en kıymetli şeydir. Çünkü her yeni gün, bir şans daha demektir. Kendine gelmek, toparlanmak, yeniden başlamak için...
Bu yüzden sabahları sadece güne değil, kendine de uyan. Aynaya baktığında sadece yüzünü değil, içinde birikenleri de görmeye çalış. Yorgunluğu, umudu, inadı… Her biri senin parçan. Ve her biri, bu hayatta var olmayı seçen birinin kanıtı.
Unutma: Sensiz hiçbir gün tamam değil. Çünkü günleri anlamlı kılan, güneşin doğması değil, senin yeniden ışık olabilmendir.