Güven kapanı

Abone Ol

Herkes şaşırabilir ama Machiavelli’nin güven konusundaki şu çok güzel sözüyle yazıma başlamak isterim: “Güven kaybı sadece bir ahlaki sorun değil, aynı zamanda güven duygusunun sağladığı avantajlardan da vazgeçmektir.”

Evet, güven hayatımızda neye tekabül ediyor?

İşte bu soruyu doğru bir zeminde cevaplayabilirsek, yokluğunun nelere sebep olduğunu da kavrayabiliriz.

Dahası, “güven” duygusunu adeta bir kapana çevirenlerin, kimleri nasıl avladığının da ayırdına varabiliriz.

Hukukta, “Erga omnes” yani herkesin üzerinde uzlaştığı kural ya da “Se omnes” olarak temellendirilen, birimiz güvende değilsek hiçbirimiz güvende değiliz anlamına gelen ilkelerinin yaşayabilmesinin temel şartı da güvendir.

Fakat ve ne gariptir ki tarih boyunca kurulan en önemli tuzak/kapan “Güven Kapanı” oldu.

Çoğu zaman en büyük vurgunlar ya da hançerlemeler “Güven Kapanı” kurulduktan sonra gerçekleşti.

Bu kapanın kurulumu, Haşhaşilerde 10, onun gibi davranan FETÖ’de kırk yıl olmak üzere çok uzun zamanlar aldı.

Bu uğurda en yüce şeyler, en alçak şeylere kılıf yapıldı, feda edildi.

Din adamı kılığında kuruldu din istismar edildi, siyaset adamı kılığında kuruldu siyaset istismar edildi; bilim adamı kılında bilim, gazeteci kılığında habercilik ve daha pek çok şey pek çok kılıkla istismar edildi.

“Güvenilir” vasfı, çok üstün bir tiyatral kabiliyetle kazanıldı.

“Güven” bir ön koşul olarak, “Herkes inanmak zorundadır.” akılcılığının müsveddesi olarak, önce kapanı kuranın zihninde donduruldu.

En iyi ile en kötüyü zihinlerde eşitleyen tuzak kurucu, bu sayede bireyleri yok ederek, önündekileri bir kitleye dönüştürdü.

Dolayısıyla da tuzağa düşüremeyeceği hiç kimseyi kenarda bırakmadı.

Tuzak kurucu belki de en büyük yanlışı işte bu tuzağı fark edecek istisnayı hesaba katmamakla yapmış oldu.

Zira, tuzak kurucuyu kendi tuzağına düşürecek olan o istisnanın görülememesi, tuzak kurucunun da sonunu getirecekti; kendi büyüsüyle büyülendiği için…

Kitlelerin yüksek bir imanla hipnotize olduğunu gören hipnozcu ya da tuzakçının, artık tuzağın kusursuz bir ava başlayabileceğini düşünmesi, elbette kurgunun dayattığı bir zorunluluktu…

Tuzağından ve avlanacaklardan zerre tereddüt duymayan tuzakçı da kendi kendine kurduğu tuzaktan habersiz, kendi tuzağına kapıldı çoğu zaman.

“Bu milleti artık hipnotize ettik etik, ülkeyi ele geçirebiliriz.” diyen FETÖ de işte aynen bu şekilde, kendi kapanı tarafından yakalanmış bir tuzakçıdır.

Mahkeme safahatı iddiaları ortaya çıkarırsa eğer, “Benin otuz milyon takipçim var. Bu millet beni yem etmez. O dosya daha şuraya varmadan millet sokağa dökülür ve duruma el koyar.” diyen de işte aynı hakikatlerin kurbanı olmuş demektir.

Zira kendi tuzaklarına kendilerini düşüren ilahi iradeden den kopmuş olan akıl için artık yapacak bir şey de kalmayacaktır.

Her şeye rağmen yine olanın “güven” duygusuna olacağı/olduğu da kesindir ama.

Güvendiği, inandığı bir kişinin daha tuzakçı olduğunu anlayan toplum, artık kime inanacaktır?

İşte tam da bu noktada Byung-Chul Han’ın da çok güzel ifade ettiği gibi artık “Güven toplumu” değil, “Şeffaflık toplumu” doğacaktır.

İnsanlar birbirine artık güvenemediği için her dibi köşesi projektörlerle aydınlatılmış bir hayatı birbirlerine dayatacaklardır.

Ve artık kapılar, “Söz senettir.” ilkesinin müzelik olduğu zamanlara ardına kadar açılacaktır; zaten çoktan aralanan o kapı…

j. Baurdillard, “Değer’in son tangosu” derken değere dair bir çürümeye işaret ediyordu kuşkusuz; ruhu Fatiha’lık olmadan hemen önce…

Umarım, insanlığın tutunduğu en kıymetli dal olan “güven” de son tangosunu oynamıyordur…