Hadi gel, köyümüze dönelim…

Abone Ol

Büyükşehirlerde uyanık birileri mutlaka vardır, ama kasabalarda herkes aynı anda uyur. Ahırlardan birinde bir at kişniyor, kıvrıla büküle karanlık yollar uzanıyor. Herkes aynı anda uyuyor; bütün evler, pencereler, kapılar ve bacalardan aynı anda rüyalar yükseliyor. Bütün kasaba uyuyor…

*

Şehirdeki yaşamın fazlalıkları, bozuklukları ve çirkinliklerinin yanında, dağların arasındaki bir vadinin yamaçlarına yerleşmiş köylerde sade hayat yaşanıyor.

*

Birbirlerine uzak köy evlerinde gün doğmadan kalkılıyor, zaman ağır aksak ilerliyor, ömür uzuyor. Az sonra bir horoz sesi duyuluyor derinlerden… Anneler daha erken kalkıyor; sobadaki odun, ateşin harına dayanamıyor, parçalanırken çıtırdıyor. Herkes aynı anda uyanıyor. Avludaki çeşmede bir çocuk yüzünü yıkıyor.

İlk ezan minarelerden yükseliyor, gökyüzünde yankılanıyor. Dede, follukta kahvaltı için yumurta arıyor. Nine seccadesinde duasını tamamlıyor. Sabahın mis kokusu, hayvanların sesiyle bütünleşiyor. Gece boyu susmayan çekirge sesi, yeni gün ile nöbeti serçelere bırakıyor, organik bir hayat devridaim oluyor. Büyük şehirlerde ise geceden kalma birileri hâlâ ayakta bulunuyor.

*

Teknolojik istila ve stresten uzak yaşamı, kasabanın sakinliği vücudu dinlendiriyor, insan kendini dinliyor. Yaşayanların sessizliği, tabiatın sesleriyle karışıyor. Bazen de radyodaki türküler sessizlikte yankılanıyor. Biraz ileride bir ağacın gölgesinde oturmuş inekler geviş getiriyor, etrafında tavuklar koşuşturuyor.

Acil olmayan ihtiyaçlar için kilometrelerce ötedeki şehir merkezi veya ilçelere ulaşmak gerekiyor. Ağaçlar arasındaki patika yolları, köy kokularını aştığınız seyahatler de yaşamanın, farklı bir hayatın keyfine varıyor, yenileniyorsunuz. İmkânsızlıklar bile sabretmeyi, sebat etmeyi öğretiyor; alçak gönüllü oluyorsunuz.

*

Eski köy evlerinde, yaylalarda hâlâ idare lambaları yanıyor, geniş aileler birbirleriyle muhabbet ediyor, büyüklerin gönlünü hoş ediyor. Çocuklar özgürce toprakta oynuyor. Dağlardan akan doğal su serinlik taşıyor; meyveler dallarından dökülüyor.

Köy kahvesinde sahte gülücükler, küçük hesaplar, yalancı dostluklar bulunmuyor. Açık havada demli çaylar karıştırılırken; şiveli cümleler, zılgıtlı kelimeler sunta masalara düşüp dağılıyor. Bir yaşlı dede, kahveci çırağına sesleniyor: Torunuma gazoz aç. “Sarı mı siyah mı” diye karşılık alıyor. Köydekiler ‘kola’ bilmiyor; ona ‘siyah gazoz’ deniyor. Gün çekilirken, geride samimiyet bırakıyor, huzur yayılıyor.

*

Aşağıda bir yerde akan derenin sesi kulaklara vuruyor. Akşam sofraları kuruluyor, büyükler başlamadan, küçüklerin kaşığı yemeğe düşmüyor. Edep, saygı tertemiz insanların naif yüreğinde yaşıyor. Ahşap, kerpiç evlerin duvarına şirin, sıcacık yuvaların isi siniyor.

Yedikleri doğal, insanları doğal, havası doğal bir yaşam geride bırakılıyor.

*

Sonra gün geliyor siz de, büyükşehirlerdeki betonarme binaların basık, küçük dairelerine tıkılıyor, tek düze hayatınızda aslında korkunç bir panik ve dehşetli bir telaş, keşmekeş içinde, yaşadığınızı zannediyorsunuz.

Kaçmak için dedelerinizin, dönmek için torunların kendini paraladığı natürel bir hayat akıp gidiyor dağların eteğinde, bilgisayarsız, televizyonsuz, gürültüsüz…

Küçük kasabalarda masalsı bir hayat sürüyor. İnsanlar hep aynı anda uyuyor. Büyük şehirlerde ise uyanık birileri mutlaka oluyor. Huzursuzluk hiç bitmiyor.

*

Siz ‘bey’ olmayı, kendinize göre bir ‘başarı hikâyesi’ yazmayı sürdürün. Çocuklarınızın köy gördüğünde, “Bizim bir tane köpeğimiz var, onların dört… Bizim küçük bir havuzumuz var, onların uzun dereleri… Bizim bahçemizde küçük lambalar var, onların sayısız yıldızları… Bizim çimenlerimiz bahçe duvarına uzuyor, onlarınki ufuk çizgisine kadar… Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için teşekkür ederim babacığım” diyeceği, mutluluk kürsüsünde boynunuza madalya asacağı günler yakındır. Çok yakın…