Sosyal problemler, fiziksel problemlerden farklıdır ve kendine has bir niteliğe sahiptir. Mesela araba hayalî yakıtla hareket edemez. Ancak topluluklar hayalî yakıtla hareket edebilir, hem de son derece yanlış bir hayalle bile…
Gökbiliminden bir örnek vermemiz bu konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. İnsanlar, uzun zaman yeryüzünün sabit olduğuna ve güneşin bizim etrafımızda döndüğüne inandılar. Bu konuda kimsenin itiraz etmesine ve farklı bir yaklaşım ortaya koymasına asla müsamaha göstermediler. Bilindiği üzere Bruno, kilisenin inançlarıyla çelişen astronomi teorisi yüzünden ateşte yakılmıştı!
Peki, gökbilimi alanında, güneşin ve yerkürenin hareketleri hakkında toplumların eski ve yanlış algısının değişmesi gibi sosyal gerçekliklere ilişkin yanlış algılar da zamanla değişebilir mi? Mesela, Güvenlik Konseyi’nde ret hakkı olarak kullanılan “veto”, dünyanın itiraz etmediği toplumsal bir gerçeklik olarak kabul görmektedir. Oysa bu, esasında gerçek bir hak değildir. Sadece insanların teslimiyetle kabul ettiği ve uluslararası meşruiyet kapsamında gördüğü toplumsal bir faraziyeden ibarettir. Peki, “veto hakkı” bir hak olabilir mi, böyle bir şey meşru ve yasal sayılabilir mi?
Gökbilimine ilişkin bir gerçeklik, ancak insanlar tarafından açık ve yaygın olarak bilinmediği takdirde, kas gücüyle ya da atom bombası tehdidiyle empoze edilebilir. Aynı şekilde “veto”nun gerçekliği konusundaki anlayışımız gökbilimi örneğimiz kadar net olsaydı, kaba kuvvetle bize dayatılamazdı ve insanlar bunu bilimsel bir gerçeklik olarak kabul etmezdi. Oysa veto hakkı, insanların inandığı ve gerçek olarak gördüğü bir yanılsamadan ibarettir. Peki, gökbilimi hakikatlerinin ortaya çıkması gibi şimdi de “veto hakkı” meselesinin hakikati açığa çıkarılabilecek mi? Ne yazık ki, araştırmacılar tarafından tartışılmayan ve yeterince gündemde tutulmayan bu konuda insanlar duymaları gereken sözleri henüz duyabilmiş değildir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletler veto uygulamasını dayattılar, insanlar da -tıpkı bazı halkların sıkıyönetim hukukunu kabul etmesi gibi- bunu bir hak olarak kabul ettiler. Peki, dünya bu sıkıyönetim yasasına ilelebet tâbi mi kalacak? Neden bütün dünya bu durum hakkında sessiz kalmaktadır?
Dünyadaki siyasetçilerin sessizliğini anlayabiliriz. Gerçi Türkiye’nin bir süredir Güvenlik Konseyi’nin statüsüne itiraz ettiğini görüyoruz. Ancak, dünyanın büyük aydınları bu büyük yanlışla ilgili neden sessiz kalmaktadır? Veto uygulamasının insan haklarını ihlal ettiğini ve demokrasiyi geçersiz kıldığını nasıl görmezler?
Şu ana kadar entelektüellerin bağımsız karar alacak bir olgunluğa ulaşamadığını itiraf etmek zorundayız. Entelektüeller henüz gücü kullanan politikacıların meşruluk ve hakkaniyet alanındaki dayatmalarına karşı çıkacak ve onlardan bağımsız bir hak ve meşruiyet söylemi geliştirecek yetkinliği kendilerinde görememektedir. Dünyanın büyük düşünürleri bu orman kanunundan (veto) henüz kurtulabilmiş değildir. Politikacılara yenik düşmüşlerdir. İnsan haklarına ve insanlar arasındaki eşitlik fikrine değil politikacılara boyun eğmişlerdir.
Adalet ve demokrasi dengesi siyasetçilerin vicdanına bırakılamaz. Ezilen halkları farkındalıklarını artırarak bilinçlendirmek, gökbilimi ve matematik alanındaki bilgileri gibi dünyamıza dayatılan yanılsamalara itibar etmeden gerçek sosyal mekanizmaları kavramalarına yardımcı olmak gerekmektedir. (Zira adalet ve demokrasi dengesini sağlamak ancak bu durumda mümkün olacaktır).
Birleşmiş Milletler’in yapısına hükmetmekte ve uluslararası meşruiyet olarak nitelenmekte olan bu illüzyonu hiç kimse eleştirmemekte ve bunun insanlık âlemindeki bozuluşun en büyük nedeni olduğunu aşikâr etmemektedir! İnsanlar gücün sultası (yönetme kudreti) olduğu yanılsamasından kurtuluncaya ve insana bahşedilmiş olan anlayış, düşünce ve kudretin gücünü fark edene, yeryüzündeki ve göklerdeki varlıkların kendi emrine verildiğini, bunları yönetme kudretini sadece insanın haiz olduğunu idrak edene kadar hayalin saltanatı devam edecektir.
Çeviri: Fethi Güngör