Her şey mealcilikle başladı

Abone Ol

Ne kadar acı ve bir o kadar da dehşet verici bir akımdı. Ellerinde bir meal ve hepsi de âlim olmuş(!) fetva veriyorlardı. Bir kısım ayetleri ezberlemişler ve onları daima okuyup insanları cahillikle, hocaları bilgisizlikle ya da büyük yanlışlıklarla suçluyorlardı. “Onların arkasında namaz olmaz” diyorlardı. Nasıl bir fitneydi bu?

Adı, cemaati şu ya da bu oluyor ama hepsi de aynı kapıya çıkıyordu. Kur’an saygısı var mıydı sanki? Hayır! O meal yan ceplerinde, aşağıda, yerde vs. Hiç önemli değildi onlar için. Metniyle de olsa mühim değildi! Çünkü onlara göre “duvarda asılı olmamalı, açılmalı, okunmalıydı…”

İyi, güzel ama uygulama hiç de öyle değildi! Eskileri suçluyorlar ya da o anda insanların duvarda asılı olduğu halde açarak okuyup amel etmemesini tenkit ediyorlardı.

Evet, öyle olmadı. Kur’an’a saygıyı da yitirdiler. Anlıyoruz diyerek insanları küçümserken, daha sonra tekfir etmeye başladılar. Kendilerinin hiç temeli olmadığı halde, hocalarla iki saat tartışsalar bile asla dönmediler. İmam Şafii Hz.lerinin dediği gibiydi:

“Bir delille 40 âlimi susturdum ama 40 delille bir cahili susturamadım.”

Sonra ne mi oldu? Dediğimiz gibi ‘tekfir’cilik başladı. Anne-babalar, bazen eşler geliyordu müftülüklere, fetva makamlarına;

-Hocam bizim oğlan -ya da eşim- bizlere kâfir diyor.

Aman Allah’ım! Getirin konuşalım!

-Gelmez ki, ifadeleri.

AYETLERİN NÜZÜL SEBEBİ VE SÜNNETİN ÖNEMİ

Hâlbuki meal asla tefsirsiz okunmazdı.

Öyle ayetler vardır ki, mealinden okumakla asla anlaşılamaz. Nüzül yani iniş sebebi ya da Rasul-i Ekrem Efendimiz’in (sav) mübarek sözleri yahut da sahabenin anladıkları gereklidir. Çünkü o ayetler önce Rasûlullah’a inmişti. Evvela Efendimiz anlayacaktı tabii ki! Sahabe-i Kiram o anları bizzat yaşamışlardı. Câbir b. Abdullah bu durumu şöyle nakletmiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hac yaptık, kendisine Kur’ân nazil oluyor ve uygulamasını o biliyordu, biz de onun yaptıklarını yapıyorduk.” (Nesâî, Menâsik 51, 56.)

İşte haccın menasiki böyle ortaya çıkmıştı. Kur’an’da onun uygulama şekli yoktu ki!

Onların görüşleri yani Sahabe Kavli de çok önemliydi. Ama Sünneti küçümsetmek için sahabeye de saldırdılar.

Ne yazık ki bu adamlar, bütün bu gerçekleri atladılar. Yani onlara böyle bir yol gösterildi. Bu bir projeydi. Ne söylendiyse duyulmadı. Çünkü önlerinde güya dini iyi bilen (!) rehberleri vardı. Onlar TV’lerde boy gösteriyor, Kur’an bize yeter diyor, Kur’an İslâm’ı diyorlardı. Adamlar prof. vs. idi. ‘Peygamber anlarsa ben de anlarım, o da insan ben de insanım’ diyorlardı. En azından bunları yavaş yavaş ve çok hissettirmeden saliklerine işliyorlardı.

Bunda bir tehlike daha vardı ki, o da gelmişti işte. Türkçe Kur’an, Namaz ve Ezan! Bir zamanlar yapılan Ezan dayatması gibi. ‘Meali de Kur’an yerine geçer,’ ifadeleri gelecekti ardından ki, işte şimdi İBB Mevlana törenleri adı altında bunu uyguladı ve DİB şöyle cevap verdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Türkçe ibadet ve ezanla ilgili açıklama:

Son günlerde kamuoyunda ezanın Türkçe okunması, Kur’an mealinin Kur’an gibi tilâvet edilmesi ve bu bağlamda Türkçe ibadet konularının tartışıldığı müşahede edilmekte ve Başkanlığımıza konuyla ilgili çokça soru ulaşmaktadır. Bunun üzerine aşağıdaki açıklamanın yapılması gereği doğmuştur.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indirilmiştir. (Yusuf, 12/2; Zuhruf, 43/3). Kur’an-ı Kerim, hem lafzı hem manası ile Kur’an’dır. İndirildiği lafızların dışında, Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk’ın kelâmı değil, mütercimin ondan anladığı manadır. Bu itibarla, bu lafızlardan anlaşılan ve başka lafızlarla ifade edilen mana, Kur’an değildir.

Kur’an, lafzı ve manasıyla mucizedir. Kur’an’ın Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, lafızlarının da Kur’an kavramının içeriğine dâhil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Kur’an’ın tercümesine Kur’an denilemeyeceği ve tercümesinin Kur’an hükmünde olmadığı konusunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir.

Yüce Rabbimizin öğütleri ve buyruklarını öğrenmek maksadıyla, Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirlerini okumak gerekli olmakla birlikte, okunan bu tercümelerin Kur’an olarak isimlendirilmesi caiz olmadığı gibi, mealin Kur’an yerine okunması da doğru değildir. İbadet olarak okunduğunda Kur’an aslî lafızlarıyla okunmalıdır. Kur’an’ın meal, tercüme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka, bu tercümeleri Kur’an yerine koymanın ve Kur’an hükmünde tutmanın hükmü ise bambaşkadır.

Namaz ibadetinde Kur’an’ın asli haliyle okunması ile kişinin kendi dilinde dua edebilmesi, birbiriyle karıştırılmamalıdır. Çünkü namaz farz olan ve sahih olarak yerine getirdiğimizden emin olmamız gereken bir ibadettir. Bu nedenle namazın rüknü olan Kur’an kıraati, ancak orijinal lafızlarıyla okunduğunda bu farz yerine getirilmiş olur. Namazda Kur’an kıraati icmâ ile farz olduğu ve meallerin hiç birine yine icmâen Kur’an denilemeyeceği için, namazda Kur’an meali ile kıraatte bulunulması, İslâm ümmetinin ittifakıyla meşru görülmemiştir. Nitekim 9 Ramazan 1324/23 Mart 1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey’eti ve Din İşleri Yüksek Kurulumuzun 04.12.1997 tarih ve 103 sayılı kararında da bu husus açıkça ifade edilmiştir.

Sözleri bizzat Hz. Peygamber’in (sav) sünneti ile sabit olan Ezan, İslâm dininin şiarı ve Müslüman varlığının/kimliğinin bir göstergesidir. İslâm inancının temel esaslarını içeren ve İslâm toplumunun ortak değeri olan Ezan, aynı zamanda, İslâm birliğinin ve tevhîdin sembolüdür.

Mâna ve muhtevası bakımından Ezan hem Namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani Ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan Namaza çağrılırken, diğer taraftan Allah’ın varlığı, birliği, Hz. Muhammed’in (sav) O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeğini dile getirmektedir.

Ezanın aslî halinin dışında herhangi bir dil ile okunacak çağrının, İslâm âlimleri ve dünya Müslümanları nezdinde Ezan olarak itibarının olmadığı muhakkaktır. Nitekim İslâm âlimleri, Arapça dışında okunacak bir çağrının Ezan olarak nitelenemeyeceğini, örneğin Farsça olarak okunacak sözlerin Ezan olarak sahih olmadığını belirtmişlerdir. (İbn Abidin, Reddü’l-muhtâr, I, 383.)

Ezanın özgün şekliyle okunması gerektiği konusunda 15 asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezan, İslâm’ın şiarı ve namaza davet olduğundan, değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bu da Ezanın bilinen asli lafızlarıyla yani Arapça olarak okunmasıyla gerçekleşir. (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 383). Bu itibarla Ezanın asli şekli dışında başka bir dille okunması caiz değildir. (23 Aralık 2020 Çarşamba)

TARİHSELCİLİK AKIMI

Bunun yanında bir de tarihselcilik akımı başlamıştı. Bazıları Kur’an kıssalarına gerçek gözüyle bakmıyorlardı. Hatta bazı ayetleri dile getirerek; “Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir”  ifadeleri ortaya çıkmıştı. 2 yıl önce yine DİB onlara şöyle cevap vermişti:

Kur’an lafzı ve manasıyla nazil olmuştur

Son zamanlarda Kur’an’ın mahiyeti ve Kur’an’da yer alan kıssaların gerçekliği konusunda kamuoyunda tartışmalara yol açan birtakım iddiaların ileri sürüldüğü görülmektedir.

Söz konusu iddialara göre Kur’an’ın sadece manası bir öz olarak Hz. Peygamber’e indirilmiş, o da bunu kendi kültürünün kelimeleriyle söze dönüştürmüştür. Diğer bir iddia ise, Kur’an kıssalarının tarihsel gerçekliğinin olmadığı, sadece bazı mesajların verilmesi için kurgulanmış anlatımlar olduğu şeklindedir.

Bu iddialar, hem bizzat Kur’an-ı Kerim’in kendi ifadelerine, hem onu insanlığa duyuran Hz. Peygamber’in açıklamalarına, hem de tarih boyunca benimsenen İslâm ilim geleneğindeki temel kabullere, açık bir aykırılık taşımaktadır.

Yüce Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği son mesajı olan Kur’an-ı Kerim’de yer alan birçok ayet, onun bütünüyle yani hem manâsı hem de lafzıyla Yüce Allah’a ait olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:

“Şüphesiz bu Kur’an, Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça ile Rûhulemîn indirmiştir,” (Şuarâ 26/192-195);

“Şüphesiz bu Kur’an sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir,” (Neml 27/6);

“İşte, sakınsınlar yahut hatırlamalarını sağlasın diye onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda uyarılarımıza tekrar tekrar yer verdik.” (Taha 20/113);

“İşte sana, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman ve hakkında asla şüphe bulunmayan toplanma gününün dehşetini haber vermen için böyle Arapça bir Kur’an vahyettik” (Şura 42/7) ayetleri, vahyin lafızlarının yani sözlerinin, onu indiren Yüce Allah tarafından Arapça olarak belirlendiğini göstermektedir. (Bir kısmı; 19 Aralık 2018 Çarşamba)

Rabbimiz bizleri, nesillerimizi ve bütün mü’minleri hidayet üzere eylesin ve öylece yüce Zâtına kavuştursun. Her türlü fitneden muhafaza eylesin!