Herkes Farklı Ölür

Abone Ol

Klasik eserlerin klişeliğinden uzak, denenmiş işlerin bayağılığına inat, “sevdiğim dizi oyuncusunu görmüş olurum” hayal kırıklığından arınmış, üç saf yeteneğin pırıltısı… İşte o pırıltı, karanlık bir sahneyi aydınlatmaya yetiyor.

Geçtiğimiz günlerde bir oyuna gittim. Tiyatronun en güzel yanı, bir apartmanın teras katına bile bir evren sığdırabilmesidir. “Herkes Farklı Ölür” oyunu tam olarak bunu yapmış.

Şehrin gürültüsüne metrelerce yukarıdan bakan bir sahnede, iki kadın karakterin hikâyesi anlatılıyor. Biri intiharın eşiğinde, diğeri onu kurtarmanın derdinde. Bir yanda sistemin ve toplumun görünmez baskısı, diğer yanda insanın iç sesiyle girdiği mücadele… Her ölümün ardından gelen yeniden doğuş döngüsü, kara mizahın keskin dili ve fantastik hikayenin gerçeklikle flört eden sınırında buluşuyor.

Kulağa ağır bir dram gibi gelen bu oyun, o melankolinin ortasında bir anda kahkaha tufanına dönüştü. Kalabalık bir salonda, ölüm üzerine yazılmış bir metne gülmenin çelişkisini yaşarken şunu düşündüm: Tiyatro kabuk değiştiriyor ve yeni nesil tiyatro gümbür gümbür geliyor. Artık sahnede ezberlenmiş replikler değil, içtenlik yankılanıyor. Seyirci, karakterle arasındaki görünmez dördüncü duvarı yıkmak istiyor. Gerçekliğe aç, sahiciliğe susamış bir çağın insanlarıyız. Kandırılmak istemiyoruz. Sinemada kabuk değişimi çoktan başladı, şimdi aynı dalga tiyatronun sahnesine vuruyor. Bize de bu deneyime şahitlik etmek düşüyor

Bu deneyimin ardında ise tanıdık ama yenilikçi bir kalem var: Mert Dikmen. Sinemada yönetmenlik gücüyle tanıdığımız Dikmen’in ilk tiyatro oyunu bu. Mert Dikmen’le beraber Yönetmen koltuğunda ve aynı zamanda sahnede yer alan Kubilay Çamlıdağ oyuna yüksek gerilimli bir enerji katmış. İki kadın oyuncu Pınar Bibin ve Efsun Kaygusuz o “saf yetenek” tanımını tam anlamıyla hak ediyor. Bir an ölümün eşiğinde, bir an hayata kahkahayla sarılmış hâlde buluyorsunuz kendinizi.

Belki de bu yüzden oyun bittiğinde salondan çıkarken içimden şu geçti: Sinemada zırhını çıkaran kahramanlar, şimdi tiyatroda maskesini bırakıyor. Artık sahne bir dekor değil, bir deneyim alanı. Işıklar, sesler, oyuncular… Hepsi tek bir şeyi söylüyor: Herkes farklı ölür ama sanat, her defasında yeniden doğar.

Tiyatro yeniden doğuyor; her defasında, her ölüm kadar farklı bir şekilde.