Kudüs ve Filistin konusu, İran ile ilişkiler bağlamında iş birliği yapmak adına yeni bir atmosfer oluşturdu.
İran, Türkiye için kardeş midir, düşman mıdır?
İkisi de değil.
İran’ı değerlendirirken gerek siyasi partilerde gerek ideoloji kökenli gruplarda gerekse medya aktörlerinde gözlemlediğim bir savrulma söz konusu.
Öyle bir savrulma ki bir grup, aşırı “İran sevici” konumunda, diğer bir grupsa aşırı “İran düşmanı”.
Önce İran ile alakalı gerçekleri yazalım, sonra İran’a yönelik bakışımı ifade edeyim.
Müslüman halkların çoğunluğunun Sünni olması, İran’ı azınlık psikolojine itmekte. Ve İran, Şiilik kapsamında agresif ve yayılmacı bir politika gütmekte.
İran son yirmi yıl içinde ‘Şiilik ve Fars milliyetçiliği’ üzerinden bölgesel etki alanını genişletmek için çok katı faaliyetler içine girdi.
Soft power denilen yumuşak güç bir yana, sert gücü kullanmaktan hiç çekinmedi.
Orta Doğu’daki güç çekişmeleri en çok da İran’ın işine yaradı.
Boşluğu doldurmak adına askerini ve paravan örgütlerini devreye soktu.
Çokça Sünni kanı döktü.
Çokça adi suçlara bulaştı.
Her türlü pislik bu geniş coğrafyada ne yazık ki neşvünema buldu.
Tarih yolculuğuna çıktığımızda da gördüğümüz şey; iki ekol arasında karşılıklı çokça kılıçlar çekildiğidir.
Hâl ve vakıa böyle…
Ve fakat zaman; duygulardan arınma, konjonktürü ve reel politiği iyi okuma zamanıdır.
Dünya hegemonyasına hâkim olan İngiliz ve Yahudi aklının oyuncağı olunmamalıdır.
Ne İran’a hayranlık ve övgü ne de düşmanlık zamanıdır.
Bölgede onca masumun kanına giren İran ile el sıkışmak mı?
Ya da İran’ın anlayışını rol model edinmek mi?
İkisi de yanlış pozisyon almak olur.
İran, bizim gibi ‘köklü bir devlet ve İslam yaşantısı olan bir millete’ rol model olabilecek bir tarih ve pratiğe haiz değildir.
Diğer taraftan defalarca Haçlı saldırılarıyla topraklarımıza tecavüz eden nice milletle aynı masada oturup diplomasi yapıyoruz. Düşünün, Yunanistan’la bile…
Uluslararası ilişkilerin gereği ve diplomasinin kuralı budur. Kimse karşı masada oturan ülkeye hayran olduğu için görüşmeyi tercih etmiyor. Kendi ülkesinin çıkarını korumak ve menfaatini geliştirmek için iletişimde olmayı tercih ediyor. İran ile neden olmasın?
Velhasılıkelam sağduyulu, mutedil, heyecan ve duygulardan arınmış ve fakat mesafeyi de koruyarak teyakkuz ve agâh hâlinde diplomatik ilişkilerimizi sürdürmek ve geliştirmek durumundayız.
TÜRKİYE, İRAN VE MISIR
Bakınız!
Bölgemize dair yazılı olmayan bazı kurallar vardır.
Şimdi hatırlama zamanı!
Birincisi; Batı’nın Orta Doğu dediği kadim topraklar ‘dünyanın merkezidir’. Bu topraklara hâkim olmayan, dünyanın gerçek sahibi olarak kendini addedemez. Dünyanın kalbi Kudüs’tür, Mekke’dir, İstanbul’dur, Şam’dır, Bağdat’tır. İşte tüm oyunlar bu toprakların gözde olması nedeniyle kurulmaktadır.
İkincisi; bu bölgede üç ülke birlik olursa Batı’nın tüm oyunları son bulur, fitne hesapları karşılıksız kalır.
Türkiye, İran ve Mısır.
Batı’nın tüm hesapları işte bu üç ülkeyi yan yana getirmemek içindir.
Bu tuzağa düşmemeliyiz.
Konulara farklı açılardan bakabiliriz. Çıkarlarımızın çatıştığı alanlar vardır. Kötü anılarımız olabilir ve fakat tüm ayrılık konularını dondurabilir, asgari müştereklerde buluşabiliriz.
Bu tavrı; bölge üzerinde hâkimiyet kurma amacı güden İngiliz, Fransız, Yahudi ve Amerikan aklına muhalif olarak hayata geçirmeliyiz.
Düşman arayan işte bu odaklara baksın.
Düşman arayan Arap ülkelerden efsane üretmeye çalışmasın!
Bölgemize ve İstiklal Harbi’nde topraklarımıza postallarıyla gelenlerin adı nettir.
Nokta.