İran’ın stratejik sabrı işe yaramadı

Abone Ol

İsrail’in soykırımcı başbakanı Netanyahu, 7 Ekim 2023’ten sonra Gazze’ye yönelik saldırıları başlatacaklarını açıkladığında, bunun sadece Gazze ile sınırlı olmayacağını, aslında İsrail’in Ortadoğu’ya yeniden çeki-düzen verme arayışının başlangıcı olacağını çoğumuz öngörememiş olabilir. Zira o gün mevzu sadece Aksa Tufanı saldırısını gerçekleştiren Hamas’ın ortadan kaldırılmasıydı.

Ancak bugün geldiğimiz noktada hem İsrail’in hem de onun arkasında ve yanında duran müttefiklerinin amacının ne olduğu daha iyi anlaşılıyor. Konunun sadece Hamas’ın ortadan kaldırılması değil, İran’ın da, zaten gereğinden fazla artan etkisinin ortadan kaldırılması ve bölgede İsrail’e tehdit oluşturan tüm aktörlerin bertaraf edilmesi ve böylelikle bölgenin dönüştürülmesinin de hedeflendiği daha iyi anlaşılıyor.

Nasıl mı?

Malumunuz olduğu üzere İsrail, Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde büyük bir katliama ve vahşi bir soykırıma imza attığı yetmiyormuş gibi, bir süre sonra da sözde Hamas’a destek verdikleri gerekçesiyle gözünü kuzeye çevirmiş ve Hizbullah bahanesiyle Lübnan’ı da vurmaya başlamıştı. Bir taraftan da, İran’ın Hizbullah’a yönelik lojistik desteğinin kesilmesi bahanesiyle Suriye’yi vuruyordu.

İsrail’in aymazlığı öyle bir boyuta gelmişti ki Nisan 2024’te Şam’daki İran konsolosluğunu da vurarak, bugünlere kadar varan karşılıklı misilleme silsilesinin de fitilini ateşlemişti.

Belki de zaten yapmak istediği buydu?

Hatırlanacağı üzere, İsrail’in konsolosluğunu vurması üzerine İran da misilleme hakkını kullanarak, ilk kez kendi topraklarından İsrail’e yönelik bir saldırı gerçekleştirmiş ve dostlar alışverişte görsün nev’inden de olsa İsrail’i vurmuştu.

Ancak o gün İsrail’e karşı somut olarak ikinci, hatta üçüncü cepheyi açmayıp, topyekûn İsrail’in üzerine gitmeyenler bugün ne kadar büyük bir hata yaptıklarının farkına varmışlardır sanırım.

Eğer İsrail Gazze’yi bombalarken Hizbullah ta kuzeyden cephe açıp İsrail’i vurmaya başlasaydı ve Husiler de bu sürece katılıp güneyden İsrail’i vursaydı, tabi en önemlisi İran da “aman rejime bir şey olmasın” diyerek stratejik sabır teranesinin arkasına saklanmayıp; kendisinin ve vekillerinin vurulmasına, hatta cumhurbaşkanlığı devir/teslim töreni için başkentinde ağırladığı şehit İsmail Haniyye’nin katledilmesine cevabını net olarak verebilseydi, bugün bu yaşananlar hiç olmayabilirdi…

“İsrail ile savaşırsak ABD’yi, hatta tüm Batı’yı karşımıza alırız, bu bizim mahvımıza sebep olur” diyerek bundan imtina edenler, bugün İsrail’in İran’ı vurması karşısında ne düşünüyorlardır acaba?

Keza İsrail’in nihai amacının İran’ı da savaşa çekmek olduğunu bilmeyen mi vardı? Bunlar 2003 yılından beri yazılıp çizilmiyor muydu?

İsrail’in Trump’ın ilk döneminde de ABD ile İran’ı savaştırmak istediğini ama Trump’ın bu tuzağa düşmediğini bizzat Trump kendisi itiraf etmedi mi?

Peki aynı Trump seçim kampanyası sürecinde İran’a yönelik sert mesajlar vermedi mi?

Daha da kötüsü Trump 2018 yılında nükleer anlaşmadan çıktığında, bir daha asla ABD ile masaya oturmayacağını, ABD’nin güvenilmez olduğunu söyleyen İran değil miydi?

Ama perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştu. Zira İsrail önce Hizbullah’ın tepe kadrosunu ortadan kaldırarak kendisine tehdit olmaktan çıkarmış ve kalan gücünü de İsrail’e saldırmaktan alıkoymak işini de Lübnan iç siyasetine bırakmıştı.

Direniş eksenin sözde en önemli parçası olan Esad rejiminin de 8 Aralık 2024’te gerçekleşen devrimle ortadan kalkmasıyla, Suriye gibi kullanışlı bir aracını kaybeden İran’ın vekâlet mimarisi de böylelikle çökmüş oluyordu. Zaten Irak da bir süredir İran’a mesafeli duruyor ve İran’ın kolaylıkla harcayabileceği bir vekil olmaktansa, kendi işine bakıp birliğini sağlamaya çalışıyordu.

Dolayısıyla artık İran’ın bölgedeki elleri kolları kesilmiş ve geriye sadece ortaya konulabilecek kendi gövdesi kalmıştı.

İşte bu koşullarda İran Trump’ın bir parmak şıklatmasına tav olup, yeniden sözde müzakerelere başlanmıştı ABD ile.

Ne müzakere ama!

İran nükleer çalışmalarına son versin. İran balistik füze geliştirme ve üretimine son versin. İran Ortadoğu politikasını değiştirsin. İran İsrail’e tehdit oluşturmasın…

Peki bunun karşılığında ABD ne yapmayı taahhüt ediyordu?

Misal bölgede nükleer silaha sahip tek ülke olan İsrail’in de nükleer silahlarının ortadan kaldırılmasını ve böylelikle bölgede hiçbir aktörün nükleer silaha sahip olmak istemeyeceği bir ortamı garanti ediyor muydu?

Tabi ki böyle bir şey söz konusu bile değildi. Zira mevzu İran’ın veya diğer Müslüman ülkelerin nükleer silaha sahip olmamasıydı. İsrail bir istisnaydı ve öyle kalmalıydı.

Ama buna rağmen İran, biraz mecburiyetten biraz öngörüsüzlükten ve biraz da hala bir umutla ABD ile müzakerelere başladı. Bu arada Trump’ın müzakerelerin tamamlanması için İran’a sadece 60 günlük süre tanıdığını ve bu sürenin sonunda ne olacağının kestirilemediğini de hatırlatmak lazım.

Zaten Trump’ın verdiği 60 günün dolduğu gece İsrail İran’a saldırdı ve herkes acı gerçeklerle yüzleşti.

Meğer müzakereler de, Trump ile Netanyahu arasındaki soğukluk ta, hatta İsrail içindeki bazı anlaşmazlıklar da, hepsi oyunmuş. Hepsinin amacı İran’ı oyalamak, İsrail’in saldırısını perdelemek içinmiş…

Görüldüğü gibi İsrail’in İran’ı vurması hiç de sürpriz değilmiş. Hatta bu saldırı tabiri caizse bağıra bağıra gelmiş. İsrail bu saldırının taşlarını tek tek döşemiş ve İran’ı ayakta uyutmuş.

Belki de saldırılardan daha kötüsü ise İsrail’in 13 Haziran’daki ilk saldırısında İran’ın Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Ordusunun komutanını, hem de eliyle koymuş gibi bularak evlerinde öldürmesi olmuştur. Diğer üst seviyeli komutanları ve nükleer çalışmalarda görevli bilim adamlarını saymıyorum bile!

Yani İsrail İran’ı sadece füzelerle vurmamış, içerden de çökertmiş. İran içine yerleştirdiği istihbarat elemanlarının yanı sıra devşirdiği kişiler marifetiyle de İran’ın güvenlik mekanizmasının derinliklerine sirayet etmiş ve İran’ı felce uğratmıştır.

Neyse ki İran ilk gün yaşadığı şoku atlatıp, kısa sürede toparlandı ve İsrail’e karşılık vermeye başladı. Ama aradan geçen 3-4 günün sonunda hala içerdeki hainleri, işbirlikçileri ve de Mossad’ın saha elemanlarını ortaya çıkarıp etkisiz hale getirememiştir.

Bakalım bundan sonraki süreç nasıl işleyecek?

İran, İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği füze saldırılarıyla durumu dengeleyebilecek mi yoksa İsrail’in ABD’yi de savaşa çekmesiyle durum bambaşka bir sürece mi evrilecek?

Ne olursa olsun ortaya çıkan tek bir gerçek var ki, o da İran’ın stratejik sabrının işe yaramadığıdır. Nihayetinde İran İsrail saldırmaktan caydıramamıştır. Bilakis İsrail İran’ın bu stratejik sabrını çok iyi kullanıp, altını boşaltmış ve en zayıf olduğu anda da darbeyi vurmuştur.

Bundan sonra İran’daki rejimin ayakta kalıp kalamayacağını ise muhtemelen ABD’nin savaşa müdahil olup olmayacağı belirleyecektir.

Ancak kesin olan bir şey var ki, eğer İran 7 Ekim’den hemen sonra vekilleriyle birlikte Hamas’ın yanında İsrail’e karşı ikinci ve üçüncü cepheleri açabilseydi, bugünden daha iyi durumda olabilirdi. Zira rejimin bekası için katlanılan stratejik sabır onu mahvına yol açacak bir duruma getirmiştir.

Demek ki neymiş? Mühim olan rejimin bekası değil, ülkenizin güvenliğinin sağlanmasıymış. Öyle rejim ihracı veya mezhepçi politikalarla ancak buraya kadar gelinebilmiş ve bunun size ne sağladığı ise ortadadır.

Tarih böyle ibretlik olaylarla doludur. Ders almasını bilene…