İsrail ve destekçilerinin sonunu getirecek fıtrat katliamı

Abone Ol

İnsanlığın masumiyeti bu katliamda derin yaralar aldı. Gazze’de öldürülen çocuk ve kadın sayısı, her türlü izahtan uzak olmakla birlikte genelgeçer tüm uluslararası koruma yasalarını da geçersiz kıldı.

Ölümün bir son olmadığı gerçeği ile yüzleştiğimiz Gazze gündeminde, şimdilik hayatta kalan insanların maruz bırakıldığı insanlık dışı koşullar her geçen gün aklın sınırlarını zorluyor.

Yurtsuz kalan yüz binlerce Gazzeli’nin içinde yer alan ve sayıları on binleri aşan yetim çocukların durumu, koca bir yumruk gibi yüzümüze çarpmaya devam ediyor.

Savaş suçlarının hedefinde her zaman ilk sırada kadın ve çocuk siviller yer alır. Oysa Cenevre Sözleşmeleri ile "cinsiyete dayalı herhangi bir olumsuz ayrım yapılmaksızın" muamele edilmesini şart koşan bağlayıcı hükümlerin yürürlükte olduğunu varsayıyorduk. Buna göre, savaş esnasında kadınlar ve çocuklar tüm sivillerle aynı korumalardan yararlanır ilkesi benimsenmeliydi. İçinde bulunduğumuz gündemin hakikati, bir kez daha yanıldığımızı ortaya koydu.

Gazze'de yüzde 70'ini kadın ve çocukların oluşturduğu on binlerce sivilin göz göre göre katledilmesi; onların yaşamlarının ve insanlık onurlarının şu zamana dek dikkate alınmadığını da gözler önüne serdi.

Uluslararası toplumun, Gazze’deki kadın ve çocukların temel insani hakları konusunda elle tutulur bir aksiyon almaması, konunun vahametini çok daha ileri bir boyuta taşıyor.

İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı tüm şiddetiyle devam ederken hava saldırılarında binlercesi öldürülen kadın ve çocukların bilinçli olarak doğrudan hedef alındığını görüyoruz. Toplu öldürmelerin yanında İsrail keskin nişancıları tarafından vurulan kadın ve çocuklardan yaralı olanlar, acımasızca ölüme terkedilirken naaşları günlerce sokaklarda bekletiliyor. Yakınlarının cenazesine ulaşmak isteyenler ise yine keskin nişancıların açık hedefi hâline geliyor. Tüm bu okuduklarınız ve bizzat ekranda şahit olduğunuz gerçekler, İsrail’in Filistin nüfusunu yok etmek üzere izlediği vahşi bir stratejinin ürünüdür.

Üstelik İsrail’in işlediği savaş suçlarına dair kayıt tutan, kanıt elde eden gazetecilerin infaz edilmesi de İsrail’in işlediği bariz savaş suçlarından birini oluşturuyor. Hamile kadınların hedef alındığı, bebeklerin kaçırıldığı, işgal askerlerinin âdeta avlanmaya çıktıklarını ifşa etmeleri aklımızın sınırlarını zorluyor. Bu insanlık dışı harp taktiği sadece öldürmekle sınırlı kalmıyor. Masum sivilleri “düşman” addeden bu vahşi zihniyet; başta kadın ve çocuklar olmak üzere onların yaşam koşullarını dayanılmaz hâle getirerek sivilleri “insanlıktan çıkarmak” gibi bir misyonu da uygulamaya soktu.

7 Ekim’den bu yana İsrail bombalarıyla yüzde 70’i yıkılan Gazze’de, enkaz altında altı binden fazla sivilin bulunduğu tahmin ediliyor. Bu sayıya savaşta kaybolan sivilleri de eklersek İsrail’in vermesi gereken hesabın çok daha kabarık olduğunu söyleyebiliriz.

Gerçek zamanlı izlediğimiz bu etnik soykırım ve hukuksuzluk için kurulması gereken mahkemede İsrail, bugüne dek görülmemiş bir “şahitler” listesiyle karşılaşacak. Dünyanın kolektif vicdanı, bu katliamın unutulmasına izin vermeyecektir.

Uluslararası toplumda hesap verecek olan sadece İsrail ve onun işgal güçleri değildir. Soykırımın faillerine geçit veren, ses çıkarmayan, oyalama taktiği ile suçluya zaman kazandıran, lojistik destek veren her yapı, kurum, otorite de hesap vermeye mahkûmdur. Aksi hâlde dünyada insan hakları sisteminin güvenilirliğinden ve hukuki standartlar adına bağlayıcı bir yapıdan söz edilemez. Uluslararası sistemin hesap verebilirliği de bu anlamda büyük bir sınavdan geçiyor.

Sömürünün kodlarını yeniden yazan İsrail ve onun kolonyal destekçilerinin, yaklaşan akıbetleri için birbirlerini suçlamaları yakındır. Saatleri kuralım derim, geriye sayım başladı.