İstanbul değil, İslam sözleşmesi!

Abone Ol

‘İstenmeyen çocuklar’ mevzusunu diyorum, sanki sürekli olarak sumen altı ediyoruz gibi. Lakin pek dillendirmeyi istemediğimiz bu mühim konu yüzünden, toplumumuzda birçok insanın canı da acımaya devam ediyor. Bedelini ise intiharlar, kadın cinayetleri ve aile içi şiddet olarak hep birlikte ödüyoruz. Temelinde erkek çocukların kız çocuklara tercih edilmesi yatan bu utanç verici cinsiyet ayrımcılığı sorununun, ileride çok daha farklı ve çok daha büyük sorunlara gebe olduğu aşikârdır. Tüm dünyada canı yanan ve mutsuz insanların sayısının hızla artıyor olması, sorunun halının altına süpürülemeyecek kadar mühim olduğunu göstermektedir. Cenab-ı Allah’ın da şiddetle yasakladığı bu çirkin durumdan ve büyük günahtan kurtulmak için sanırım artık harekete geçmenin vakti zamanı geldi.

Kıymetli dostlar; bildiğiniz üzere İslam öncesi cahiliye döneminde eğer bir Arap kadın kız çocuğu dünyaya getirecek olursa o masum bebek, ya annesi ya da babası tarafından diri diri toprağa gömülerek öldürülüyordu. Ya da en fazla altı yaşına kadar yaşamasına müsaade ediliyordu. Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de “Onlardan birine kız çocuğu haberi verilince içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir.”buyurarak o dönemdeki cehaletin ve sapkınlığın boyutunu işte böyle tarif ediyordu. Fahri Kâinat Efendimiz ilk iş olarak bu cinayetleri ortadan kaldırmış, kaldırmakla da yetinmemiş; kız çocuğuna iyi muamele edenin ve onu güzel bir şekilde büyütenin cehennem ateşinden uzak olacağını, hatta iki veya üç kızı ya da kız kardeşi bulunan kişinin onlara iyi davranması halinde cennete gireceğini müjdelemiştir. Allah’tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli davranınız.”buyuran Efendimiz (s.a.v) yine bir başka hadis-i şerifte “Kimin bir kız çocuğu dünyaya gelir de onu toprağa gömmeden, horlamadan ve üzerine erkek çocuğunu tercih etmeden yetiştirecek olursa Allah Teâlâ o kimseyi cennetine koyacaktır.” Buyurmuştur.

Kıymetli dostlar; cahiliye döneminin üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen bugün hala başta ‘Çin ve Hindistan’ olmak üzere birçok ülkede ekonomik kaygılar bahane edilerek milyonlarca çocuk henüz ana rahminde iken katledilmektedirler. Erkek çocuğu bulma ve erişme isteği ise bu katliamın sayısını kat be kat artırmaktadır. Sözüm ona modern ve ileri yaşam seviyesine sahip(!) Avrupa’da da durum bunlardan çokta farklı değildir. Hatırlayın lütfen! Bundan iki üç yıl öncesine kadar başta ‘Almanya ve Danimarka’ olmak üzere birçok batılı ülkeler, ailelerin istemedikleri bebeklerini bırakabilecekleri “bebek bırakma kabinleri” oluşturmuşlardı. Bizde ise bu durum; ‘’İslam’dan bi haber yaşayan ve örf adet, gelenek diyerek cehaletini katmerleyen ailelerde’’ yine özünde erkek çocuk isteğine bağlı olarak karşımıza çıkıyor. Mesela sizden büyük kardeş sayınız ikiden fazlaysa ve onlarda kızsa, yani ailenin üçüncü, dördüncü ve sonraki çocuklarındansanız sizde bir anda otomatik olarak ‘’istenmeyen çocuk’’ pozisyonuna düşebiliyorsunuz. Ve doğduğunuz andan itibaren hiçbir günahı olmayan masum bir çocuk olarak artık hayat size bir ömür zehir oluyor. Daha da kötüsünü söyleyeyim mi? Siz bu durumu henüz daha annenizin karnındayken hissediyor, farkına varıyor ve yıkılıyorsunuz! Biraz ayaklarınız yer tutup olanı biteni algılamaya başladığınızda ise iş işten çoktan geçmiş oluyor. Annenizin ve babanızın size karşı olumsuz tutumları yetmez gibi, birde onlardan rol çalan ablaların hal hareket ve davranışları ise hayata tutunmana vesile olan her şeyi tamamen yok ediyor. Babaların genelde sessiz kaldığı böyle bir ortamda aklınıza gelmeyecek türlü türlü şiddete maruz kalıyor, dışlanıyor ve ezim ezim eziliyorsunuz. Gitsin! Diye herkes gözünüze bakarken, anneden daha çok ablaların o acımasız mobbingine maruz kalıyorsunuz.  Melek de olsanız evde olabilecek her türlü olumsuz şeyin müsebbibi artık en baştan sizsiniz! Önce odanız, sonra yemeğiniz, sonra da giysileriniz ayrılıyor. Ufak ufak aileden artık tecrit edilmeye başlıyorsunuz. Kendinizi bir sığıntı gibi hissederken ve yarı ölü gibi yaşarken, bir ömür boyu devam edecek olan o büyük travmanın final cümlesi ise yine maalesef anneden geliyor. ‘’Keşke seni doğuracağıma kara bir taş doğursaydım!’’ Ve o an işte İblis için inanılmaz bir fırsat doğuyor. İstenmiyorsun!  Yerleri gökleri, canlı cansız her şeyi yaratan, onlar için türlü türlü rızıklar var eden, bütün âlemlerin rabbi olan Allah’ı, kaderi, alınyazısını unutup yazmaya başlıyorsunuz. ‘’Annem, babam kardeşlerim benim yüzümden mutsuzlar. İki tane kızları varmış şimdi ben niye geldim ki? Benim yaşamaya onlara yük olmaya hakkım yok. O halde ben ölmeliyim.’’ Kıymetli dostlar deyin hele! Bir anne, henüz doğmamış olan çocuğundan nasıl nefret edebilir? Evladının bir ömür boyu acı çekmesine gördüğü zararlara aldığı hasarlara nasıl razı olabilir? Daha anne karnında iken bu çirkin duruma muhatap olan masum çocuk hayata nasıl tutunacak? Kendine, ailesine ve milletine nasıl faydalı olacak? Çarpıklık acaba nerden kaynaklanmaktadır. Şimdi söyleyin bakalım: “Acaba çare, dünya ve ahret mutluluğu için İstanbul sözleşmesinde mi, yoksa tüm insanlığı kurtaracak olan İslam sözleşmesinde mi?”

Selametle…