İstanbul Sözleşmesi kimleri yaşatır? (I)

Abone Ol

Kendi amacı doğrultusunda çok başarılı ve ustaca hazırlanmış bir metin İstanbul Sözleşmesi. Toplumda kendini aydın, deha ve kadına şiddet karşıtı addeden önemli bir kesimin, sözleşmeye yönelik eleştirileri ezber söylemlerle küçümsemesi, temel olarak kullanılan bu bilinçli üsluba dayanıyor. Pek çok yerde muğlak, esnek ve örtülü ifadelere yer verilmiş çünkü…

Sözleşme aleyhinde şekillenen görüşler, genellikle eşcinselliğin yaygınlaşıp normalleşmesi ile alakalı. Temel korku bu. Fakat şahsen, sözleşme metninde devamlı karşılaştığımız ‘’toplumsal cinsiyet’’ vurgusunun daha büyük bir tehdit unsuru taşıdığı kanaatindeyim.

Zaten direkt olarak belirtilmediği için, KADEM gibi kurumlarımız da, sözleşmenin dolaylı yoldan eşcinsel akımlara hareket alanı açtığı gerçeğini rahatça inkâr edebiliyor. Ama ne enteresan ki, tabiata aykırı cinsî yönelimlere olumlu yaklaşan PKK ve DHKP-C tabanlıfeminist STK’lar ile ortak hareket ediyorlar. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği için savaştıklarını açıkça beyan ediyorlar.

Neyse. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fikrinin aslında ne olduğuna, ne olarak gösterildiğine, kısa ve uzun vadedeki ideallerinin nasıl şekillendiğine şimdi girmeyeceğim fakat kısaca şöyle söyleyeyim:

Sanayileşen giyotin fetişistleri, savaşlar ve kaoslar nedeniyle ucuza çalıştıracak köle bulamayınca, kadınların arzularına, hırslarına hitap eden küresel propagandalar tezgahladılar. Süreç olgunlaştıkça güçlenip nüfuz sahalarını genişlettiler ve kadınları istekli birer işgücü metaına çevirdiler… Toplumsal Cinsiyet Eşitliği illüzyonun temel sırrı, tarihî arka planı budur. Ve bu ‘’sermaye’’ kurnazlığının günümüz faaliyetlerinden biri; Müslüman Türk kadınının üzerine ‘’İslâmî feminizm’’ pespayeliği giydirmektir.

Doymuyorlar.

Çocuklarımızı, geleceğin kadınlarına göz koyuyorlar.

İstanbul Sözleşmesi bağlamında Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP) harekâtına maruz kalmıştık hatırlarsanız. Halihazırda millî(!) eğitimimizle zihni eğdirilen nesillerimizi, bir de bu bozgunculukla uzlaştırmaya çalışmışlardı. Sonra yoğun tepkiler sonucu vazgeçildi bu katliamdan.

Fakat yankısı devam ediyor.

Müslüman bir kadın cinsiyeti yerine; nikahlı kocasına düşmanlaştırılıp küresel sermayeye cariye olarak atanacak ‘’toplumsallaşmış’’ bir kadın tipi arzuluyorlar. Maddî-fizikî-ruhî cepheden sömürülmeye açık, seküler, tüketen ve tükettiren, güya modern bir kadınlığın; gerçek bir kadınlık, gerçek bir özgürlük olduğuna ikna ettiriyorlar toplumu. Sözüm ona eşitlik teziyle kadın ve erkeğin sosyal nizamdaki fıtrî rollerini allak bullak ediyorlar. Anneliği, ev hanımlığını, Müslümanca yaşamayı; ‘’kadın olmak’’lığın önündeki dogmatik bir barikat gibi gösteriyorlar. Sonra da buna önyargıları yıkmak, geleneksel kalıpları aşmak vs. diyorlar.

Bakın mesela İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’deki işlerliğini değerlendirmek GREVIO ekibinin işi malum. Sözleşmenin 66. maddesinde belirtildiği üzere, kendi usul kurallarını kendileri belirliyorlar. 68. madde güvencesiyle de, GREVIO üyeleri, arzuladıkları sivil toplum örgütleriyle iş birliği yapabiliyor.

Kooperatif çalıştıkları bu cemiyetlerin ‘’kadın’’ mefhumunu nasıl araçlaştırdıklarını, hangi Küreselci vakıflardan-fonlardan finansman sağladıklarını biliyoruz.  İyi niyetli veya dünyadan habersiz vatandaşları kullanarak terör örgütlerine destek olduklarının farkındayız. Ekseriyetle devlet otoritesini tanımıyor, anarşi pompalıyorlar. Eşitlik ve şiddet bahanesiyle ahlaksızlığı yayıyor; her türlü mukaddesi çiğneyerek bencil ve saldırgan bir ‘’kadınlık’’ putu pazarlıyorlar.

Nitekim GREVIO, yayınladığı ilk raporu da söz konusu örgütlerle ortaklaşa kaleme almıştı. Raporda rahatsız edici üç kağıtlar dönüyor. ‘’Kadına şiddet’’ felaketi de bu ince numaraları meşrulaştıran bir kalkan olarak karşımıza çıkıyor.

Birkaç örnek verelim.

Rapora göre:

Sosyal organizasyonda annelik, bakıcılık gibi ‘’geleneksel’’ rollerin önemsenmesi ve bu ‘’ataerkil görev dağılımına(!)’’ öncelik tanımak; İstanbul Sözleşmesi’nin kadına şiddet ile (sözde) mücadelesine balta vurmuş…

FETÖ’nün darbe girişiminden sonra uygulanan OHAL kanunları ve OHAL kapsamında işleyen güvenlik politikaları yine sözleşmenin pir ü pak amacına zarar vermiş…

Güneydoğu’daki operasyonlar (PKK terörü ile mücadele diyemiyorlar tabii), huzursuzluk ortamı oluşturmuş ve kadınların elinden ‘’şiddetsiz bir dünyada yaşama hakkı’’nı almış…

Yine bu minvalde, bölgedeki çatışma atmosferine maruz kalan Kürt kadınlarının (PKK gerillalarını da Kürt kimliğine sıkıştırıyorlar!) refahından, özgürlüğünden, eşit yaşam hakkından -sözleşme kapsamında- endişe duymuşlar…

(Haftaya nasipse devam edelim)