Kültür Sanat

İstanbul’da 2. Abdülhamid Han İmzası... Darülaceze’yi kendi parası ile kurdu

Abone Ol

1877 Osmanlı-Rus savaşının ardından, göçler başlamış 1877-79 arasında İstanbul’a dört yüz bine yakın göçmen gelmiştir. Sokaklarda evsiz, barksız, hasta, kimsesiz çocuk ve dilenciler artmıştır. Padişahı II. Abdülhamid Han, bu durumu bir nebze olsun hafifletmek için bir Darülaceze kurulmasını ferman ile emir buyurmuştur. Bunun üzerine Darülaceze’nin Okmeydanı’nda inşasına başlanması Padişahın 25 Mart 1306 (6 Nisan 1890) tarihli fermanı ile emir buyrulmuş ve bu ferman 30 Mart 1306 (11 Nisan 1890) tarihli Resmî Tebliğ ile yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sultan Abdülhamid Han, Darülaceze’nin kuruluş masraflarını karşılamak üzere 7.000 altın lira kıymetindeki birçok özel eşyasını (havlu takımı, yatak takımı, çarşaflar, fincan takımları,  masalar, kalem takımı vb. hediye etmiş, 10.000 altın lira da nakit olarak bağışlamıştır.

122 YILDIR HİZMET VERİYOR

Ayrıca yardım kampanyası düzenlenmiş, geniş bir katılım sağlanmış ve toplanan teberrularla 50.000 altın lira toplanmıştır. Böylelikle temin edilen inşaat parası ile 6 Ekim 1892 tarihinde 21 koyun kesilerek Darülaceze’nin temeli atılmış ve Sultan Abdülhamid Han’ın cülusunun sene-i devriyesi olan 19 Ağustos 1895 tarihinde binaların inşaatı tamamlanarak fotoğraflardan oluşan iki albümle birlikte anahtarları Sultan Abdülhamid Han’a teslim edilmiştir. Darülaceze’nin resmî açılışı 31 Ocak 1896 tarihinde yapılmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde üç Semavi dinin mabedinin olduğu bundan 122 yıl önce böyle bir yer yok bizim bildiğimiz. 122 yıl geçmesine karşın hala o özelliğini muhafaza ediyor ve o günden bu yana hizmet vermeye devam ediyor. Bu müessesede bugüne kadar yaklaşık 100 bin insan hizmet görmüş ve bunun 30 bini de çocuk. Şimdi de Darülaceze’de kalan 506 misafir var.

İlim ve Şefkat Yuvası 155 yıldır Ayakta!

Fatih İlçesi Darüşşafaka Sokaktan geçerken bu büyük tarihi binayı görmeden gitmeyiniz. Korkmayın içine girin ve güler yüzlü güvenlik görevlisinden rica ederseniz daha doğrusu o size teklif ediyor, tarihi bina önünde fotoğraf da çektirebiliyorsunuz. 155 yıllık ecdat yadigarı bu binada kimler yetişti kimler. Ne âlimler, ne sanatçılar, siyasetçiler. Burada kimler okuyabiliyordu derseniz eğer yoksul ve kimsesiz yetim, öksüz çocukların hem şefkat yuvası hem de ilim yuvasıydı burası.

PADİŞAHIN HİMAYESİNDE DAHA DA GÜÇLENİYOR

Bakanlar Kurulu’nda Mekteb-i Mülkiye’nin yüksekokula dönüştürülmesine karar verilmesi üzerine, II. Abdülhamit’e sunulan raporla, Darüşşafaka binasının Mekteb-i Mülkiye’ye verilmesi önerildi. Padişahın hükümete gönderdiği iradede “Darüşşafaka’nın hayırsever kimselerin yardımlarıyla Müslüman yetimlerin eğitim ve öğretimlerini yaptırmak üzere kurulduğu, okulda geceli ve gündüzlü 200’ü aşkın yoksul çocuğun bulunduğu” bildirildi ve bu düşünceden vazgeçilmesi emredildi. Darüşşafaka, Cemiyet’in mali olanaklarıyla ayakta duruyordu. 1884 yılına Okulu ziyaret eden ve çok memnun kalan Sadrazam Küçük Said Paşa’nın girişimiyle, Darüşşafaka’nın bazı eksikleri, devlet hazinesinden karşılandı. II. Abdülhamit, o yıl mezun olan altı öğrenciyi kabul etti ve öğrenciler, kendi yaptıkları tabloları –teşekkür mahiyetinde- Padişah’a verdi. Bu tarihten sonra Darüşşafaka’dan her yıl mezun olanların isimlerini ve tablolarını Padişah’a takdim etmeleri gelenek haline geldi. Padişah Abdülhamit, Darüşşafaka’yı himayesi altına aldı. Devlet, imtiyaz alan şirketlerin Darüşşafaka’ya nakdi yardım yapmaları usulünü başlattı ve mali sıkıntı sona erdi.

2.ABDÜLHAMİT’İN MERHAMETİ

Ortaköy semtinde oturan ahali 2.Abdülhamit Han döneminde ne öğle yemeği ne de akşam yemeği pişirme gibi bir dertleri yoktu. Osmanlı döneminde Boğaziçi semtleri paylaşılmıştı. Ortaköy Hânedan mensuplarına, Arnavutköy Rumlara, Bebek sadrazam ve vezirlere, Rumelihisarı aydınlar sınıfına, Büyükdere Ermenilere, Beylerbeyi ulema sınıfına aitti. Herkes kendi zümresinin bulunduğu semtte otururdu. Sultan 2. Abdülhamit, prenses yalılarıyla dolu olan Ortaköy halkını, orada oturan hanedan mensuplarıyla semt halkı arasında çok fazla uçurumlar olmaması için koruyup gözetmeye çalışmıştı. Zira Ortaköy’de hem Padişahın kızlarının yalıları, köşkleri vardı. Hem de yeğenlerinin konakları bulunuyordu. İşte merhamet sahibi olan 2. Abdülhamit Han buna çok pratik bir çözüm buldu. Hem saray hanedanı ile halk kaynaşacak hem de hanedan halktan kopmamış olacaktı. Ortaköy`de oturanların evlerinde umumiyetle yemek pişmezdi. Buna gerek de yoktu zira Yıldız Sarayı’nda yemek daima fazla yapılır, artık olmayan bu yemekler oldukça ucuz fiyata halka satılırdı. Bu vesileyle Ortaköy halkı da hem saray yemekleri yemenin ayrıcalığını yaşar, hem de mutfak masrafından kurtulmuş olurlardı. Saray yemeklerinin fiyatları o kadar ucuzdu ki, o zamanın 3. sınıf lokantalarının piyasa fiyatı, Yıldız Sarayı’ndan gelen yemeklerin 6–7 katıydı. Bir kızarmış tavuk, bir sahan et 3 kuruş, börek, pilav, hamur işleri, tatlılar 100 para, sebzeler 60 para idi. Aslında 2. Abdülhamit han, para dahi almak istemiyordu bu yemeklerden lâkin halkın onurunun kırılmaması düşüncesiyle cüz`î bir para aldırmıştır.

HASTA OLANLARIN EVİNE YEMEK GİDERDİ

Yıldız Sarayı Mutfağı’nda çalışanları sık sık haberli habersiz denetleyen Sultan 2.Abdülhamit Han özellikle halka artık yemek verilmemesini istemiştir. Yine sarayda pişen aynı yemeklerin verilmesini ve gelmeyenlere de ya da hasta olanlar için özel bir kap içerisinde mutlaka evlerine yemek bırakılmasını istemiş bunu da yaptığı teftişlerle sık sık kontrol etmiş ayrıca ettirmiş de…

YILDIZ İÇİNDE “ YILDIZ ŞALE KÖŞKÜ YAPILIYOR

2.Abdülhamit Han , 2.Wilhelm’in ikinci kez gelişine özel bir önem veriyordu ve onun için özel bir köşk yapılmasını istedi. İşte bu köşkün adı Şale köşküdür. Şale Köşkü, Yıldız Sarayı’nın günümüzdeki en görkemli yapılarından biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Dolmabahçe Sarayı’ndan sonra geniş kapsamlı olarak tasarlanan son yapılar topluluğu olan Yıldız Sarayı yüksek duvarlarla çevrili olup, ana mekânlar üç avlunun içinde toplanmıştır. Köşk, yüksek duvarlarla çevrili üçüncü avludaki bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde birbirine bitişik olarak yapılan üç yapıdan oluşmaktadır. Adını, Fransızca “dağ evi” anlamına gelen “chalet” sözcüğünden alan Şale Köşkü, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici yapılarından biridir. Köşkün birinci bölümü 1880’de yapılmıştır. 1889 yılında Sarkis Balyan’a yaptırılan ek bina ile köşk genişletilerek oda ve salonlar eklenmiştir. Merasim Köşkü adıyla tanınan ve İtalyan asıllı Saray Mimarı D’Aranco’nun yaptığı üçüncü bölümün ise, 1898 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir.

Son iki bölüm, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’a gelişlerinde konaklaması için yapılmıştır ve bu özelliğiyle Şale, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde bir “devlet konukevi” niteliği taşımaktadır. Köşk, bodrumuyla birlikte üç ev,katlı, ahşap ve kâgir olarak yapılmıştır.

**