İstanbul’da sabahı yeniden keşfetmek

Abone Ol

Yazıma “İstanbul’un Doğal Kahvaltı Durakları” diye de bir başlık atabilirdim. Nedeni ise her 3 mekanın da bahçesi ve doğal ortamıyla iç açıcı yerler olması.

İstanbul… Milyonların her sabah uyanıp aynı telaşla koşuşturduğu, sokaklarında egzoz kokusunun, martı sesinin ve simit tezgâhlarının birbirine karıştığı dev bir şehir. Ama bu şehrin karmaşası içinde, üç mekân var ki insana çocukluğunun o yavaş sabahlarını hatırlatıyor. Üçü de kentin farklı köşelerinde ama aynı ortak duyguyu taşıyor: Doğanın içinde, gerçek ürünlerle, uzun uzun yaşanan bir kahvaltı.

Çatalca – Doğaköyü:

Çiftlikten sofraya, doğanın kucağında

İstanbul’un yorucu temposundan kaçmak isteyenlerin yolu, giderek daha sık Çatalca’nın saklı cenneti Doğaköyü’ne düşüyor. Yakup Atasoy’un önceleri kendi ailesinin huzurla vakit geçirebilmesi için kurduğu bu çiftlik, zaman içinde şehrin gürültüsünden uzaklaşıp nefes almak isteyenlerin de uğrak noktası olmuş. On dönümlük yemyeşil bir arazi üzerine kurulu Doğaköyü, misafirlerine iyi bir kahvaltı, kaliteli etlerle mangal ve aynı zamanda doğanın tüm renklerini ve bereketini bir arada sunuyor.

Güne başlama ritüelinden çok daha fazlası

Burada kahvaltı iki ayrı şekilde yaşanıyor.

Hafta içi, geniş serpme kahvaltı ile misafirlerini ağırlıyor. Sıcacık köy ekmekleri, mevsimin meyvelerinden yapılan ev yapımı reçeller, doğal köy peynirleri, taze toplanmış bahçe yeşillikleri, köy yumurtası, köy sütünden mayalanmış yoğurt… Hepsi bir araya gelerek, şehirde özlenen o “hakiki tat” duygusunu geri getiriyor.

Hafta sonları ise Doğaköyü adeta bir lezzet şölenine dönüşüyor. 100’e yakın çeşidiyle açık büfe kahvaltı, her damak zevkine hitap eden sıcak-soğuk alternatifler, mis gibi kokan börekler, odun ateşinde pişen gözlemeler, tandır ekmekleri ve köy sucuklarıyla sofralar renkleniyor. Kahvaltının ardından ise saat 13:00’te bambaşka bir sahne kuruluyor: 16 metrelik kasap tezgâhı! Dana kaburga, kuzu pirzola, çeşit çeşit köfteler… Etler, ustaların ellerinde şekillenip odun ateşinde pişerek dumanı üzerinde masalara geliyor.

Doğaköyü’nün bir diğer cazibesi

Doğanın kucağında geçirilen huzurlu saatler. Bahçede, rengârenk tavus kuşları ve zarif flamingolar süzülürken, tavşanlar özgürce dolaşıyor. Çocuklar için top havuzu, kaydırak, kum havuzu ve trambolin gibi eğlenceli alanlar, burayı aileler için de cazip kılıyor. Her mevsim ayrı bir güzellik sergiliyor Doğaköyü: İlkbaharda çiçeklerle bezeli ağaçlar, yazın serin gölgeliklerin altındaki yemyeşil çimenler, sonbaharda altın sarısı yapraklarla bezenmiş patikalar… Kışın ise karın sessizliğinde bembeyaz bir huzur.

Doğaköyü’nde kahvaltı yapıp sofradan kalktığınızda içinizde, gün boyu sizinle kalan bir dinginlik ve mutluluk bırakır. Burası, doğayla ve lezzetle buluşmanın en sıcak hâlidir.

Kemerburgaz – Yeşil Orman Kahvaltı & Cafe:

Dere sesi ve kuş cıvıltısında kahvaltı

Kemerburgaz’ın yemyeşil ve doğanın kalbine gizlenmiş beş dönümlük bir huzur adası… Yeşil Orman Kahvaltı & Cafe, şehrin karmaşasından uzaklaşmak isteyenlerin sığındığı, kuş cıvıltıları ve su sesi eşliğinde kahvaltı yapabildiği nadir mekânlardan biri. Göktürk ve Kemerburgazlıların uğrak noktası olan bu yer, adeta doğanın kendi elleriyle ördüğü bir tablo gibi.

Şehrin içinde doğal bir mola noktası

Mekânın kalbi, dere kenarına kurulmuş geniş ve yemyeşil bahçesi. Serpme kahvaltınızı yaparken yanınızdan akan derenin şırıl şırıl sesi, sabahın erken saatlerinde dallarda uyanan kuşların şarkısına karışıyor. Yeşil Orman’ın cazibesi yeşilliklerinden ya da menüsünden ibaret değil. Bahçenin içinde dolaşırken özgürce gezen hayvanlar size eşlik ediyor. Ancak buranın en özel misafirleri hiç kuşkusuz geyikler… Uzun boyunlarını zarifçe uzatıp çevreyi koklayan, kulakları en ufak sesi bile yakalayan bu güzellikler, sanki masal sayfalarından fırlamış gibi. Çocuklarla birlikte onları izlemek, doğayla kurulan en saf bağın, hayat boyu unutulmayacak bir hatıranın başlangıcı oluyor.

Menüde sizi neler bekliyor?

Zengin Serpme Kahvaltı: Taze köy peynirleri, sabahın bereketiyle hazırlanmış ev yapımı reçeller, sıcak sıcak masaya gelen gözlemeler, taş fırında pişen mis kokulu pideler, altın sarısı tereyağının üzerinde parlayan bal-kaymak ikilisi…

Özel Pideler: Kıymalı, peynirli, kavurmalı… Hamuru incecik, içi bol malzemeli, her lokmasında taş fırının odun kokusu hissediliyor.

Mevsim Yeşillikleri: Bölgedeki güvenilir üreticilerden temin edilmiş domates, salatalık ve biberler; tabağınıza geldiğinde tazeliğini hâlâ taşıyor.

Doğallık ve el emeği

Sofrada en dikkat çeken şey “doğallık”. Peynirler market raflarından değil, üreticinin kendi ellerinden sofraya geliyor. Bal, direk üreticiden, tereyağı taptaze sütten, reçeller ise mevsiminde toplanan meyvelerden hazırlanıyor. Ekmek mekandaki özel fırında pişiyor. Her lokmada, doğanın armağanı ve emeğin değeri hissediliyor.

Yeşil Orman Kahvaltı & Cafe, hem damak tadına hem ruhun dinginliğine hitap eden bir durak ve burada sizi uzaktan izleyen bir geyiğin gözleriyle karşılaşabilirsiniz.

Beykoz Kavacık – Tarihi Van Kahvaltısı:

Gelenek ve bereket sofrası

Burada kahvaltı, her güne başlama ritüeli

Van’ın bin yıllık sabah geleneğinin İstanbul’daki yaşayan temsilcisi. Her tabakta, her kâsede, doğanın ve emeğin hikâyesi var. Beykoz’un Kavacık semtinde, Boğaz’ın serin rüzgârı hafifçe ağaçların yapraklarını okşarken, Kemal Taşdemir ve kardeşlerinin işlettiği Tarihi Van Kahvaltıcısı sizi bekliyor. Dışarıdan bakıldığında mütevazı, içeride ise sıcacık bir karşılamaya sahip bu mekâna adım attığınızda, önce taze demlenmiş çayın buğusu, ardından bakır tavalarda tereyağıyla kavrulan murtuğanın buram buram yayılan kokusu karşılıyor sizi.

Sofra, 25’ten fazla çeşit ile donatılıyor

Bu çeşitlilik sıradan bir zenginlik değil; her biri kendi coğrafyasının kokusunu, ustalığını ve emeğini taşıyor:

Otlu peynir: Van yaylalarının karla kaplı eteklerinde, baharın gelişiyle uyanan şifalı otlar, taze süt karışıyor. Bu peynirin kokusu, rüzgârın yayladan getirdiği serinlik gibi masaya yayılıyor.

Kavut: Taş değirmende öğütülmüş esmer unun, odun ateşinde kavrulmasıyla ortaya çıkan bu lezzet, çocukluğun kış sabahlarına uzanan bir köprü gibi.

Murtuğa: Tereyağı, un ve yumurtanın sıcacık buluşması… Özellikle soğuk günlerde, bir kaşıkta bile insanın içini ısıtan dost bir tarif.

Van çöreği: Susam ve çörek otuyla süslenmiş, mayasız, tok ve doyurucu… Her lokmada Anadolu’nun kadim ekmek geleneğini hatırlatıyor.

Van cacığı: Süzme yoğurdun serinliği, taze salatalık ve ince doğranmış otlarla birleşiyor; yaz sabahlarının ferahlığını kış günlerine bile taşıyor.

Yayık tereyağı: Yaylada, geleneksel yayıkta saatlerce çalkalanan, yoğun aromalı, altın sarısı tereyağı… Üzerine bal sürdüğünüzde, doğanın iki armağanı bir araya geliyor.

Şemdinli balı: Yüksek dağ yamaçlarındaki çiçeklerin kokusunu içinde saklayan, altın gibi parlayan bir doğa mucizesi.

Burada kahvaltıya oturduğunuzda, masanın başında Van’da bir yayla evindeymiş gibi hissedersiniz. Çayın demi, peynire eşlik eden tandır ekmeğinin sıcaklığı, reçellerin samimi kokusu… Her şey, el emeğinin ve doğallığın en saf hâlini yansıtır. Zamanın ağır ağır aktığı bu sofrada, şehir geride kalır; geriye Van’ın sabahına dair huzurlu bir hikâye kalır.

Özetle,

İstanbul’da çoğu sabah hızlıdır; bir kahve, belki bir simit, belki de hiçbir şey… Ama Doğaköyü Çatalca, Yeşil Orman Kahvaltı & Cafe ve Tarihi Van Kahvaltıcısı, bize sabahın aslında yavaş yaşanması gerektiğini hatırlatıyor. Bir gün İstanbul’un gürültüsünden uzaklaşıp sabahı hakkıyla yaşamak isterseniz, yolunuz mutlaka bu üç duraktan birine düşsün.

Çünkü burada kahvaltı, güne başlamak değil, sabahı yeniden keşfetmektir.