Çocukluğumda Şubat tatilinin gelmesini dört gözle beklerdik. Boyumuz kadar biriken karlar üzerinde doyasıya oynardık. Kartopu oynarken akşamın nasıl olduğunu anlamazdık. Yaptığımız kardan adamların etrafında oynamaktan doyumsuz bir keyif alırdık. Evimizin yanındaki donmuş derenin üzerinde kaymak en büyük zevkimizdi. Ayağıma buzda en hızlı kayan, babamın eski kösele ayakkabılarını giyip mahallemizin çocuklarıyla birlikte dereye giderdik. En önde kayan kişi genellikle mahallenin en büyük çocuğu olurdu. Buz üzerinde en iyi kayan çocuğun peşindeki bütün çocuklar adeta bir ip gibi dizilirdik. Önde giden çocuğun yaptığı hareketi arkasından giden bütün çocuklar da aynen yapardı. Oturarak, zıplayarak, tek ayak üzerinde kayarak, hatta gerisin geriye ve dahası dönerek bile kayardık. Zaman akıp giderdi fakat o nasıl bir zevkti ki hiç bitmesin isterdik. Şu anda bile keşke çocuk olsam da tekrar o derenin üzerinde kaysam diyorum. Bazen de kırılan buz üzerinde yürümek zorlaşırdı ve kırılan buzun altındaki soğuk suya batan ayaklarımız donacak kadar üşürdü. Hemen koşarak evimize giderdik ve yanan odun sobasının başında çoraplarımızı çıkararak ısınırdık. Sobanın üzerinde kızaran köy ekmeğinin üzerine sürdüğümüz köy tereyağı mis gibi kokardı. Sarı ineğimizin sütü bu soba üzerinde kaynatılırdı. Sütün kaymağının kalınlaşmasını dört gözle beklerdik. Sobanın üzerinde pişirdiğimiz kestaneleri keyifle yerdik. Kuzinenin fırınında közlediğimiz ve yarılınca kum gibi parlayan patateslerin arasına koyduğumuz peynirle birlikte yediğimiz o günlerin tadı hala damağımızda kalan ve unutamadığımız bir lezzettir.
Şubat tatili başladığında arkadaşlarımızın evlerinde sıra geceleri yapardık. Her akşam bütün arkadaşlarımızla birlikte farklı bir arkadaşımızın evinde toplanırdık. Arkadaşlarım, sıranın bize gelmesini dört gözle beklerdi ve iple çekerdi! Çünkü kış aylarında kesilmesi için beslediğimiz kazlar iyice yağlanırdı. Annem bizim için beslediği kazlardan birisini o gün keserdi. Kesilen kazın kar üzerinde yayılan kanının gül gibi açılan rengi hala hafızamdadır. Kazın tüylerini yolduktan sonra yastık yapmak için toplardık. Kalan küçük tüyleri de kar üzerinde yaktığımız odun ateşinde üterek temizlerdik. Kaz eti odun sobası üzerinde pişirilirken etrafa yayılan koku iştihamızı daha da açardı. Annem evin önünde yanan odun ateşi üzerindeki sac üzerinde karabuğday unundan yufka ekmeği yapardı. Akşamüzeri evimize gelen arkadaşlarımızla birlikte kaz etinin suyuna bandığımız yufka ekmeğiyle yaptığımız tirit aşının tadına doyum olmazdı.
Evde arkadaşlarımızla birlikte gece yarılarına kadar türlü oyunlar oynardık. Çam kozalaklarıyla, kemikten âşıklarla, misketlerle oynarken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdık. Nenemin anlattığı dev masallarıyla başka âlemlere dalardık. Dedemin okuduğu peygamber kıssalarıyla sanki zaman tünelinde yolculuk yapardık. Kulağıma küpe olan bu peygamber kıssalarının hala yolumu aydınlatan kandil gibi olacağını o zaman nereden bilebilirdim ki?
O günleri düşündüğümde derin bir hasret duygusu kaplıyor içimi. İyi ki doyasıya oynamışım diyorum. Şubat tatilinin son günü geldiğinde bitirmeye zaman bulamadığımız ev ödevlerini bitirmek için hummalı ve sıkıcı bir çalışma başlardı. Tatilin son günü aldığımız en iyi haber, kar yağışının devam etmesi üzerine okulların bir hafta daha tatil edilmesi, olurdu.
Geriye dönüp baktığımda çocukluğumda oyuna doymuş olmanın verdiği doyumsuz lezzeti hatırlıyorum. Ev ödevi deyince hemen sıkılıyorum. Hayatımda tatilde ev ödevimi yapamamaktan kaynaklanan bir kayıp yaşadığımı hatırlamıyorum. Fakat bugün sahip olduğum imkânları düşündüğümde, oynamanın ve çocukça eylenmemin başarımı artıran önemli bir faktör olduğunu görüyorum.
İyi ki doya doya oynamışım. İyi ki çocukluğumu ödevlere değişmemişim.
Çocukluğumdaki oyun ve eğlenceyle dolu şubat tatilini düşündükçe bugün yine köyüme gitmek istiyorum.