Hayır, Meclis aritmetiğinin eriyişinden söz etmeyeceğim. Seçimde kazandığı sandalye sayısı ile bugünkünü karşılaştırarak bir hüküm çıkarma gayretinde değilim. Milletvekili sayısı bir partinin, sözünün ve siyasetinin gücünün tek ölçüsü değildir. Ülke sorunlarına çözüm üretme ya da mevcut çözümlere katkı sunma kapasitesini de göstermez. İleriye dönük umut olma potansiyelini de anlatmaz. Nihayetinde sayısal bir ölçüdür. Dünden bugüne azaldıysa pekâlâ bugünden yarına artabilir.
YÜKSELEN PARTİ
2017 yılında kurulduğunu göz önüne alırsak; İYİ Parti henüz kuruluş basamağında sayılır. Siyasi koordinatlarını netleştirme, programını geliştirme, dilini kurma, kendisini tanıtma aşamalarını tamamlayamadığı iddia edilebilir. Doğduğu koordinatlarda güçlenmeye çalışan bir parti olması gerektiği söylenebilir.
İYİ Parti’nin ana omurgasını, kendilerini şehirli ve kırsaldakilere oranla daha eğitimli olarak tanımlayan ülkücüler oluşturuyor. Genel kabul böyle olsa da parti gözünü, ülkücü kitleden ve milliyetçi tabandan daha fazlasına dikmişti.
Programından kadrolarına, üslubundan ismine ve logosuna kadar ‘merkez parti’ olmayı hedefleyerek dizayn edilmişti. Siyaseti domine etmek, Türk siyasi hayatında kalıcı olmak istiyordu. Parlaktı, ışıltılıydı, dikkati çekiciydi. Hızlı yol katetti ve başarılı oldu.
Halkın gözünde ‘Meral Akşener’in partisi’ olarak yer edindi. Akşener, erkek egemen siyasette ayrıştırıcı olmak açısından avantajlı bir genel Başkandı. Sadece kadın oluşuyla değil; duruşuyla, çalışkanlığıyla, enerjisiyle İYİ Parti’yi, yüzü geleceğe dönük, kamuoyu araştırmalarının yükselen partisi yaptı.
PEŞ PEŞE HATALAR
Altılı Masa serüveninde ittifaktan önce ayrılıp sonra geri dönmesi, seçmene göre ağır hata idi ve bir kırılma anı oldu. Akşener her şeye rağmen, coşkuyla yürümeye devam etse de tercih hataları yaptı. Pişmanlığını, hayal kırıklığını açıktan dile getirecek kadar da cesurdu: “Dürüst olduğuna kefil olup seçilmesine vesile olduğumuz kişilerin, kocaman birer hırsız olduklarını anladığımızda çektiğimiz acıları anlatmam mümkün değil.”
Bu defa kendisini sorgulamayı en yüksekten yaptı, herkesi şaşırtarak partisinden ayrıldı ve köşesine çekildi.
Şimdi genel başkan koltuğunda Müsavat Dervişoğlu oturuyor. Dervişoğlu, ilk günden kolay olanı seçti. En uca, en keskin milliyetçiliğe konuşlandı. MHP’nin o alanı boşalttığını, orada siyaset yaparsa hazır bir kitle ile buluşacağını hesap etmiş olmalıydı. Siyaset tavrını ve dilini o konuma göre sabitledi. Sözünü o kadar sert çattı ki; kendisini bağladı ve kımıldayamaz hâle getirdi.
Oysa dünyada ve Türkiye’de siyasetin zemini hızla değişiyordu. Olmaz denilenler oluyordu. Dervişoğlu ve ekibi bu dönüşümü ya göremedi ya da gördüğü hâlde önemsemedi. Parti açığa düştü. Açığa düştükçe sertleşti, sertleştikçe açığa sürüklenmesi hızlandı.
BİR TEST ÖNERİSİ
Tespitimi somutlaştırmak üzere çok kolay yapabileceğiniz, basit bir test öneriyorum. İYİ Parti her hafta grup toplantısı yapıyor. Bu toplantılar televizyonlardan yayınlanıyor. Dervişoğlu’nun, dolayısıyla İYİ Parti’nin durduğu yeri görmek istiyorsanız televizyonunuzu açın ve sesini kısın. Yani Dervişoğlu’nun ne dediğiyle ilgilenmeyin. “Ne dediğinin önemi yok” demeye çalışmıyorum. Sesini kapatarak sadece vücut diline, yüzüne, el hareketlerine odaklanın. Nasıl da öfkeli olduğunu göreceksiniz. Sesinin gırtlaktan çıktığını, durmaksızın dört bir yana parmak salladığını, rest çektiğini, azarladığını, meydan okuduğunu fark edeceksiniz. Boyun damarlarının şiştiğini, yüzünün gerildiğini göreceksiniz. Bu hâlini ne kadar uzun süre devam ettirdiğini fark edip şaşıracaksınız.
Dervişoğlu, adıyla seslenmeyi bile itibarlandırmak kabul ettiğinden, muhatabına adını anmadan sesleniyor. Anlatmıyor, bağırıyor. Konuşmuyor, haykırıyor. Eleştirmiyor, suçluyor. İzah etmiyor, kızıyor, itiraz ediyor. İtiraz bir yana, isyan ediyor. Öneri getirmiyor, kötülüyor.
Açıkçası grup toplantısından partililerine, sempatizanlarına, tüm Türkiye’ye seslenme imkânını, retorik parantezinde kullanıyor. Retorik ayıklaması yaptığınızda da konuşmasından geriye bir şey kalmıyor.
OLMAZ, BAŞARILAMAZ
Partinin gelip demirlediği yer, en kaba sürümüyle AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı. Yakından baktığımızda ise Cumhur İttifakı’na tam cephe karşıtlık.
İYİ Parti bu konumu sahiplenince ‘Terörsüz Türkiye’ yürüyüşüne de kategorik olarak karşı çıkıyor. Üstelik marjinal partileri saymazsak bu konumda tek başına.
“Bekleyelim, görelim” demiyor. “Neler olduğunu açıklayın da öğrenelim” de demiyor. “Aslında iyi olurdu ancak olacak gibi değil” demeyi bile kendisine yakıştıramıyor.
İşin nereye varacağını bilen(!) ve en yüksek perdeden itiraz ediyor. Kimliğini bu itirazı üzerine kurdu. Ona yaslanıyor ve oradan yükselmeye çalışıyor.
İlk günkü tepkiselliğinden dümdüz ilerleyerek bugünkü “olmaz, başarılamaz” deme inadına ulaştı. Oysa tez elden, çözüm sürecinin dışında kalmanın mümkün olmadığını anlaması, kapıyı tamamen kapatmanın; iyisi, kötüsü bir yana, siyaset olmadığını görmesi gerekiyor.
(Yazı sınırlarını çok aştı. Bir sonraki yazıya kaldığım yerden devam etmek istiyorum.)