Kadının militanlaştırılması ve erkekleştirilmesi!

Abone Ol

Hepimizin çok muzdarip olduğu bir konudur; “protestanlaşmak”. Yani, ılımlı İslam adı altında, İslamiyet’i küresel sisteme entegre etmeye çalışmak ve günlük hayatta yaşanılan seküler yaşamı normal kabul edip dini hayata da bu normalliği uygulamaya çalışmak. Çok açık ve net olarak Batı farklı figüranlar kullanarak bu süreci daha da hızlandırmaya çalışmaktadır. Şimdi ki hedef kitle ise “kadınlar”dır.

Çok geriye gidip örnek vermeyeceğim. Lakin 8 Mart Kadınlar Günü vesilesiyle Taksim’de düzenlenen feminist kadın yürüyüşünü hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Yürüyüşün temeli; kadını cinsel bir meta olarak göstermek ve bunun üzerinden o meşhur orantısız zekalarını kullanarak hazırlamış oldukları bel altı aforizmalardır. O gün orada kadının kadın tarafından aşağılandığına ve şiddet gördüğüne hepimiz şahit olduk. Meselemiz bu değil elbette. Bu yürüyüşün en önemli özelliği; Nilüfer Göle’nin tabiriyle “dişiliklerinden soyutlanmış” erkeksi kadınlar yetiştirmek. Bu aslında feminizmin bir gereğidir; kadınları ailenin dışına çıkarma, geleneksel ataerkil kültürü sorgulama, kadınla erkek arasındaki duvarları yıkma, kadını güçlü bir figür olarak göstermeye çalışırken onu şiddete meyilli bir hale dönüştürmek, daha onlarca sayabiliriz. Batı feminizmi kadını erkekten ayrıştırmaya çalışırken, Türk feministi ise kadını erkeğin dünyasıyla birleştirmeye çalışır. Amaç ise; aile kurumunun direği olan anneliği, farklı statülere büründürerek ailenin sosyal işlevlerini yitirmesini sağlamak. Buna karşın aile kurumunda yaşanan bu olumsuz değişimleri yetiştirilen nesillere bakarak anlayabiliriz.

Örneklendirmek gerekirse; “Türk kadınlarının ve cami düzeninin derdine düşen İngiliz kanalı BBC”!nin geçen günlerde yapmış olduğu bir röportajda bu durumu net olarak görebilmekteyiz. Röportajın konusu; camilerde kadınlara ayrılan paravanın dışında namaz kılmak isteyen bir grup genç kızlarımız. Çoğunuz görmüştür o videoyu bir genç kızımız illa erkeklerle beraber namaz kılmak istiyor. Bu durumu öteye beriye çekmeye hiç gerek yok. Yukarıda anlatmış olduğum olayların etkisiyle birlikte, İslami kesimde de geleneksel rollerini sorgulayan kadınların feminist bir söylem geliştirdiklerini görmekteyiz. Tarihinde yan yana gelmeyecek olan ve başörtülü hemcinslerinin yanında yer almaktansa, baskıcı ve yasakçı devletin yanında yer almayı yeğleyen, dini bilgisi Sübhaneke’den ileri geçemeyen Kemalist Feministler ile Muhafazakâr Feministler’i birleştiren bu durum üzerine biraz durup düşünmek gerek.

Türkiye’de yaşanan bu olaylar göstermektedir ki kadın üzerinden annelik kurumu tahrip edilerek şuursuzca sekülerleşen bir nesil yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Aile kurumu giderek bir pansiyon statüsüne büründürülmekte ve sosyal işlevini yitirmektedir.