Benim için “sen kimsin” sorusunun karşılığı, bol alaysı kepçeden alınmış bir cevaptı, o da prensipli serseri… Pazara gidip domates seçmek istiyorum.
Pazar günleri naneli yazılar yazıp gündemin mentolüyle dalga geçmeye bayılırım. Dünyaya atıldım atılalı sabahları, pembe sallama terlikler giyip pijamasıyla esneyerek papatyalarıyla sessiz sinema oynayan, kelebek torbasına sinek düşürüp bahar temizliğine soyunan çok mutlu insanlardan olamadım. Detone öten horoz sesi, biraz yağmur çorbası ve her sabah günlük Errahman Suresi stokundan bir ayet aşırdım ki mutluyum.
Prensipli serserilik… Benim için kalenderlik makamındadır. Yaşamak için hiçbir plan yapmayan, ölmek için eksik evrakını tamamlamış yeryüzü memuru gibi durmaktır prensipli serserilik.
Kırılınca dökülmeyen, susunca çatlamayan bir dili kullanarak yaşamak. Adına edilmiş küfürleri portakal sıkacağından geçirip suyundan gamsız heykeller dikmektir prensipli serserilik.
İnsandan kaçıp yıllandıkça Allah’a güzelleşen toprağın merhametine bakıyorum. Toprak bakıcısı olasım gelir. İnsan ecele dayanıksız yapı, talip olmasan da toprak bakıcısı olacaksın. Hey gidi hey! Yazınca kıl, konuşunca cool, susunca kul oluyoruz.
Toprağa yaranmak için çamur bile olurum, ama beyni at kefeni giymiş ucuzlara yaranmak niye? Ve o beyni, çalkalayıp gaflet gargarasıyla it tüküren insana yaranmak niye? Seni gördüğünde sırıtan; lakin ardından Müslüman ruleti oynayan ortam nişancılarına yaranmak niye? Boşverdiğinde bile o boşu kin dolusuyla takas eden ticari züppelere yaranmak niye? Kalbinden kan aldırıp burnundan kıl aldırmayan Kaf Dağı ihalecilerine yaranmak niye be azizim!
Ecele dayanıklı can yaratmayan Allah’a şükürler olsun, deyip geçeceksin. Fare değiliz ki kefeni üfleyerek giyelim!
İyi ölmek Azrail’in değil senin başarındır. Öyle bir öl ki, toprağın aklını al, öyle bir öl ki, Fatiha’nı cepten ye! Birazdan ölebilirsin mesela, kravatını bağlayıp çektiğin kapı önünde canını çekiştiren meleğin elindeki şarj cihazına yalvararak bakabilirsin.
Asansöre binip zemin kat butonuna bastığında ruhunla yolları ayırıp posası aşağı düşen can havli bey olabilirsin. Ölüm Oscar’lık bir sessizliktir ki, o sessizliğin çenesi düştüğünde senin kelimelerini Allah yutar! Kaybolur gidersin! Anlayacağın azizim, Rabb’in bizi çağırma stili, bizim gidişimizi etkilemez!
Rabb’in de bir bildiği vardır, deyip susmak güzeldir. Rabb’in de bir bildiği vardır, deyip onun bildiğini senden önce bilmiş ölüleri, ruh gevezesi olmuş canına basıp susacaksın! Allah neden sorusunu yarattı ve meleğine toplattı, biz nedensek, sonuçların açıklanacağı güne kadar bekleyeceksin!
İster ontolojik bunalımına gübrelik sorular sor, ister şüphelen ister Allah’ın rahatlığından rahatsız ol, o burnunu kıvırdığın ceset kokusu senin üzerine de sinecek!
Titizlendiğin bedenine bir ölü yıkayıcı el atmadıkça dünyanın kirlisisin, kabul et! Senin soğumuş yüzüne ağlayarak buz kesen sadece annendir. Diğerlerinin, “Allah rahmet eylesin” dediği herhangi birisin. Bu saatten sonra ayakkabın yağmura çanak tutar, gömleğinin buruşuk suratına tükürür yalnızlık, koltuğun kedilerin beşiği olur, sallandıkça ölümün sana koltuk çıkar! Yani kısacası azizim, insanı yeryüzüne dağıtan Allah’ın göğüne yaranmak dururken o insanın çamurundan dert yanmak niye?