“Kum torbalarının arkasına saklanıp dinlendiğim zamanlarda mimar olmayı ve evlenmeyi hayal ediyorum.

Abone Ol

Halepli devrimcilerin komutanlarından mimarlık talebesi Ömer: “Kum torbalarının arkasına saklanıp dinlendiğim zamanlarda mimar olmayı ve evlenmeyi hayal ediyorum.”

Halep caddelerinde, keskin nişancıların atışından korunmak için yan yatırılmış otobüslerin önünden eğilerek geçiyoruz. Bu yürüyüşün fotoğrafını çekmek için durduğumda önümdeki devrimciler beni hızlı olmam için uyarıyorlar. Rastgele atılan mermiler binaların cephelerine çarparken biz hızlı adımlarla önümüzdeki apartmanın altındaki garaja geçiyoruz. Devrimcilerin duvarları kırarak açtığı deliklerden geçerek evlerin içinden ilerliyoruz.

Halep’te Esed/Hamaney rejiminin kontrol ettiği bölgenin sınırına kadar bu şekilde ilerlememiz devam ediyor. Geldiğimiz son apartman dairesi, çatışma alanına on metre mesafede. Morali yüksek, güler yüzlü devrimciler şaşkınlıkla karşılıyor beni. Burada ne işin var diye merakla sorduktan sonra Türkiye’den geldiğimi öğrenen her mücahitler tek tek sarılarak bana hoş geldin diyor.

Akşam olup hava karardığında liva komutanlarından Ömer ve Ebu Bekir’le konuşmaya başlıyoruz.

Ömer, senin için nasıl başladı bu olaylar, nasıl başladın savaşmaya?

Aslında mimarlık öğrencisiydim. Bu savaş yeni başlamadı, sizin yeni haberiniz oldu. Rejim, Suriye kurulduğu günden beri halkla savaşıyor. Bu çok eski, babadan oğla geçen bir katliam. Beşşar bizimle yaptığı savaşı babasından devraldı. Devrim başlamadan önce susuyorduk, savaşmıyorduk; ama karakollarda ölüyorduk zaten. El Muhaberat işkenceleri, rejimin Müslümanlara yaptığı baskılar, tecavüzler, katliamlar, infazlar… bu sokaklardan hiç eksik olmadı ki. Arap Baharı’nı artık taşan sabrımız için fırsat olarak gördük, özgürleşmek istedik. Başında arzuladığımız tek şey, bizi yönetecek kişiyi oyla seçebilmekti. Başka hiçbir şey istemedik. Karışık bir durum yoktu. Herkes hep bir ağızdan ‘seçim istiyoruz’ diye bağırdı. Biz oy kullanmak istediğimiz için askerler sokaklarda insanları öldürmeye, helikopterler bombalar atmaya başladı ve bu savaş da başlamış oldu. Şimdi herkes kendi mahallesini tecavüzcü Beşşar askerine karşı koruyor.

Türkiye’nin savaşa girmesini ister misiniz? Türk uçaklarının gelip rejimin askeri tesislerini bombalamasını mesela… (Bu soruyu Ömer’e sormuştum; ama herkes soruyu duyar duymaz hep bir ağızdan ‘hayır!’ diye itiraz etti. Ömer söze girdi.)

Türkiye’nin savaşa girmesini Beşşar istiyor, Amerika istiyor, IŞİD istiyor… Biz istemiyoruz. Bu bir tuzak! Türkiye’nin savaşa girmesini asla da istemedik. Bu Türk askerini istemediğimiz için değil tabii ki. Türk askeri buraya gelse ben elimle su taşırım, bu ayrı bir konu. Ama Türkiye savaşa girerse İslam alemi kaybeder. Türkiye’nin orada güçlü kalması lazım. Biz sırayla buradaki bütün düşmanları yenebiliriz. Türkiye bize savaş bittikten sonra lazım, şimdi değil. Savaş bittikten sonra Batı bizi bir daha tuzağa düşürmeye çalışacak, 1915’ten sonra olanlar yine olacak. O gün geldiğinde güçlü bir Türkiye olmazsa biz boşuna savaşmış; hatta hatta bu savaşı kaybetmiş oluruz.

(Ömer’in ardından Ebu Bekir söze giriyor. “Suriye’de kiminle konuşursanız konuşun, Türkiye’nin savaşa girmesini istemez” diyor.)

Siz, bizim Türkiye’yi koyduğumuz yeri anlamıyorsunuz. Biz Türkiye’nin savaşa girmesini istemiyoruz; ama bizi yalnız bırakmasını da istemiyoruz. Bize silah verin! Rusya, İran, Amerika, İsrail Beşşar’a nasıl silah veriyorsa, hangi yollarla veriyorsa, siz de o yollardan verin bize.

İran ile İsrail’in aynı anda Esed’i desteklemesi, Türkiye’den bakınca pek anlaşılacak bir konu değil. Biz onları düşman zannediyoruz.

Burada İran askerleri, Beşşar’ın yanında çarpışıyor. Köyleri basıp evleri yakıyorlar. Mühimmat desteğini de İsrail’den alıyorlar. Masanın üzerinde atışıp masanın altında el sıkışan iki katil onlar; ama biz Allah’ın izniyle onları Suriye’den kovacağız. Ölü ya da diri…

Halep’te IŞİD yok. Peki IŞİD’in olduğu yerlerde savaşın dengesi nasıl?

Bir zamanlar buraya da gelmişti IŞİD. Suriye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da Beşşar’la savaşmadı; bizimle savaştı. Halep’te binlerce sivili katlettiler. Hiç kimsenin umurunda olmadık!… Şimdi Fırat Nehri hattında İsrail için su güvenliği, kuyuların etrafında da Amerika için petrol bekçiliği yapıyorlar. Yapsınlar. Her şey sırayla. IŞİD, Müslüman katili. PKK, Nusayri milisler; hatta rejim bile kendini IŞİD üzerinden meşrulaştırıyor ama onlar aslında bize saldırıyorlar. Müslümanların öldürülmesi gerektiğinde devreye girip katliam yapıyorlar. PKK reklamının yapılması gerektiğinde de devreye girip karşılıklı tiyatro yapıyorlar. Beşşar bize iftira etmek istediğinde devreye giriyorlar. Anlayacağınız, IŞİD çok kullanışlı askeri ve politik bir organizasyon.

 Savaş bitince ne olacak?

(Bu sırada Ömer’in “Ben mimar olmak istiyorum” sözüne Ebu Bekir, “Beşşar bütün binaları yıktığı için zenginlik hayali kuruyor” diye takılınca gülüyoruz. Şaka bitince Ömer anlatmaya devam ediyor.)

Mimarlık öğrencisiyim. Politikadan da haberim yoktu, savaşmaktan da… Savaşmayı bize Beşşar zorla öğretti. İtiraf ediyorum: Politikadan hala anlamam. Kum torbalarının arkasına saklanıp dinlendiğim zamanlarda hala mimar olmayı ve evlenmeyi hayal ediyorum.