2020-2025 dönemi dünya ekonomisi için önemli kriz ve çatışmaların tecrübe edildiği bir süreç oldu. Salgınla başlayan ve günümüze kadar devam eden krizler birçok ülkeyi etkisi altına aldı. Her ülkenin kendi iç dinamiklerine göre değişen krizin semptomları Çin’de emlak fiyatlarının düşmesine, ABD’de enflasyonun yükselmesine sebebiyet verdi. Batı ülkelerinde fiyat artışları hükümetleri değiştirirken Doğu Asya’da fiyatlar düşüş eğilimine girdi. Meydana gelen krizlerin ortaya çıkardığı realite kamu borçlarının küresel düzeyde artması oldu. IMF’nin verilerine göre 2020-2025 döneminde global borç stoğu 220 trilyon dolardan 330 trilyon dolara çıktı. En fazla borçluluk düzeyi artan ülke ise ABD olarak öne çıktı. Toplam kamu borcunun 38 trilyon dolara eriştiği ülkede yıllık faiz ödemeleri 1,2 trilyon dolara erişti. Faizlerin yüksek olması nedeniyle her yıl borçluluk oranıyla birlikte artan faiz ödemeleri ABD halkından alınan vergilerle finanse edilmeye devam ediyor. Batı dünyasının diğer gelişmiş ülkelerine bakıldığında da benzer bir durum göz çarpıyor. Özellikle Fransa’da kamunun borçlarını ödemede zorlanacağı maliye bakanı tarafından ifade ediliyor. Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de 2013’te yaşanan borç krizi benzeri olaylar meydana geliyor. Ukrayna Savaşının devam etmesiyle birlikte daha da karmaşık hala gelen iktisadi bozulma halkların radikal partilere yönelmesine neden oluyor. İngiltere’de Reform öne çıkarken Almanya’da AFD yapılan anketlerde açık ara yüzyıllık partileri geride bırakıyor.
Global borç stokunun eriştiği noktanın daha iyi bir şekilde analiz edilebilmesi için borçlara ödenen toplam yıllık faiz miktarına bakmak yeterli. Dünya Bankasına göre günümüzde borçların ödenmesi için yılda 5 trilyon dolara yakın faiz ödemesi gerçekleştiriliyor. En fazla faiz ödeyen ülkeler arasında ABD, Japonya, Fransa, İtalya ve Brezilya yer alıyor. Ancak toplam gelirleri açısından faiz ödemelerinde en fazla zorlanan ülkeler ise az gelişmiş veya gelişmekte olan aktörler. Afrikalı ülkeler arasında gelirlerinin yarısından fazlasını borç ödemelerine ayıran aktörler bulunuyor. Bu ülkeler aynı zamanda dünyanın kişi başı gelir açısından en fakir ülkeler arasında yer alıyor. Benzer bir durum gelişmekte olan ülkeler için de geçerli. Fakat az gelişmiş ülkeler kadar kötü bir durumda değiller. Örneğin Türkiye toplam kamu gelirleri içerisinde yüzde olarak makul düzeyde bir faiz ödemesi gerçekleştiriyor. 2002 öncesi mevcut durum toplam kamu gelirlerinin yüzde 50’den fazlasının faize ödendiği bir süreç idi. Yapılan iktisadi reformlar borç yükünü dizginledi ve Türkiye günümüzde milli gelire oranla düşüş sayılabilecek bir borç düzeyine sahip hale geldi.
Küresel ekonominin 120 trilyon dolar, toplam borçların ise 330 trilyon dolar olduğu bir dönemde faizlerin yüksek olması nedeniyle 5 trilyon dolarlık borç faizi ödeniyor. Bu miktarın büyüklüğünün anlaşılması için İtalya ve Türkiye’nin iktisadi büyüklüğünden daha büyük bir miktar dünya genelinde borçların faizleri için ödeniyor. Faiz ödemesi toplam borcun azalması anlamı taşımadığı için kamu harcamalarındaki açık nedeniyle yeni borçlanma gerçekleşiyor. 5 yıl gibi kısa bir sürede 100 trilyon dolardan fazla artan borçluluk düzeyi günümüzdeki Çin ekonomisinin milli gelirinin neredeyse 5 katı düzeyinde. Trump’ın ABD başkanlık seçimi kazanması sonrası ortaya çıkan ticaret savaşları da yaşanan gelişmelerden bağımsız değil. Öncelikle yolsuzlukla mücadele eden ve ardından neredeyse tüm devletlere ticari tarife açıklayan Trump yönetimi bütçe açığını yolsuzluk mücadele, ticaret açığı ise ticari tarifeler üzerinden dengelemeye çabalıyor. Böylelikle ABD’nin borçlanma ihtiyacı azalırken vatandaşlardan alınacak vergilerde de indirim sağlanabilecek. Fakat henüz böyle bir durum gerçekleşmiş değil. Bunun yerine ticari tarifelerden elde edilen miktarın 2 bin dolar şeklinde vatandaşlara dağıtılması tartışılıyor.
Sonuç olarak global iktisadi şartlar geçmiş yıllara kıyasla daha problemli bir döneme doğru gidiyor. Kamu harcamalarında yaşanan yükseliş enflasyonla birlikte daha fazla vergiyi gerektiriyor. Fakat yüksek seviyelerde seyreden vergi oranları toplumlar genelinde kabul görmüyor ve sokak eylemleri zorlaşan geçim şartları nedeniyle patlamaya hazır. Toplumsal ve iktisadi krizlerin yanı sıra bölgesel çatışmaların meydana getirdiği savaş ihtimali daha büyük bir kriz olarak devletler tarafından yakından takip ediliyor. Son tahlilde borçlanarak çözülmeye çalışılan salgın koşulları karşımıza daha fazla faiz ödemesi ve vergi ihtiyacı şeklinde geri dönüyor. Böylesine bir sürecin nereye varacağı ise IMF tarafından bir borç krizi olarak isimlendiriliyor.