2024 yılının ekim kasım ayları. Devlet Bahçeli’nin, onu tanıyanları bile şaşırttığı günler. 22 Ekim günü partisinin grup toplantısında yaptığı heyecanlı konuşmada; terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek için, taşın altına gövdesini koymaya hazır olduğunu ilan etmiş. “Teröristbaşı gelsin, TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.” demiş. Coşkuyla devam etmiş: “İmanımız bir, kıblemiz bir, irademiz bir, bayrağımız bir, milletimiz bir, devletimiz bir, anımız bir, acımız bir, geleceğimiz bir, biz hep birlikte Türk milletiyiz.”
Bu konuşmasından 20 gün sonra, o duygu dünyasından çıkmamışken, 11 Kasım’da Bahçeli ‘ağaçlandırma kampanyası’ kapsamında, parti binasının önüne dikilen ağaçlardan esinlenerek arkadaşlarına anlatıyor. Yürütmeyi köknar’la, yasamayı mavi ladin’le, bağımsız yargıyı sedir’le simgeleştiriyor. O serbestlikte konuşurken, yönetimin tepesine Cumhurbaşkanlığını, iki yanına da biri Alevi, biri Kürt iki Cumhurbaşkanı Yardımcılığını yerleştiriyor.
Altını çizelim: Bahçeli basına kapalı bir toplantıda konuşuyor. Anlattıkları, üzerinde mutabık kalınmış kurumsal öneriler değil. Üstelik: en uç tekliflerini grup toplantısında kamuoyuna açıklamış bir liderden söz ediyoruz.
BÖYLE BİR MODEL YOK
Bahçeli’nin sözlerine ‘Lübnanlaşma teklifi’ yakıştırması yapanlar oldu. Ne büyük talihsizlik!
Aslında ‘Lübnanlaşma’ adıyla ortaya konulan bir model de yok. Lübnanlaşma, iç savaş, işgaller, yaygın terör ve çatışmalar, dışardan müdahaleler, önlenemeyen hükümet krizleri gibi sebeplerle ‘yönetilememe’ sınırına gelmiş ülkelerin sürüklendikleri zorunlu bir yönetim şemasının adı. Çözülmüş, parçalanmış, parçalanmış haliyle kurumsallaşmış toplumların içine düştüğü bir yönetim şekli. ‘Son çare’ ya da felaketten bir önceki durağa tutunma durumu. Devleti etnik yapılara, dinlere, mezheplere paylaştırıyorsunuz ve istikrarsızlıklar, çatışmalar içinde var olmaya çalışıyorsunuz.
En belirgin örneği Lübnan’da yaşanıyor. Amerikan işgali sonrası Irak’ta, kanlı iç savaşın ardından Bosna’da benzer yönetimler işbaşında.
AŞIRI YORUM
Türkiye için Lübnanlaşma tehlikesinin olmadığını anlatmaya nereden başlayalım? Güçlü bir devlet geleneğimiz var, ayrışmalarımız olsa da ortaklıklarımız çok daha yaygın ve çok sağlam. Ayrışmalarımızı derinleştirmek için birçok deneme yapıldı. Maraş-Çorum olayları, Sivas’ta yaşananlar ve 50 yıl süren PKK terörü, bizi birbirimizden koparamadı, siyasal yapımızı istikrarsızlaştırmadı, devlet yönetimini kaosa sürükleyemedi. Birbirimize düşman olmadığımız gibi, kardeşliğimizi, beraberliğimizi pekiştirdik.
Tarihimizde, sosyolojimizde, kültürümüzde, siyasal sitemimizde ve devletimizin temel işleyişinde hiç benzerlik yokken, yönetim şemasının tepesine dair bir yakıştırmayı, temel bir değişiklik talebi olarak yorumlayanlara ne diyebiliriz? Olsa olsa paranoyadır, üretilmiş bir korkudur, çarpıtmadır ya da felaket tellallığıdır.
Ülkesini tanımamak, tanımadığı için güvenememek, kendi çarpık prizmasına yansıyan görüntüde takılı kalmak, kendi ideolojisinin krizini, ülkenin krizi sanmaktır.
ÖZETİN ÖZETİ
Ne tarihte Lübnan olduk, ne şimdi Lübnan olma tehlikemiz var. Hangi söz, ne kadar geniş yorumlanırsa yorumlansın, “Lübnanlaşalım” teklifi sayılamaz. “Lübnanlaşıyoruz” alarmı anlamına da gelmez. Böyle bir temenni akıl kârı da değildir.
Türkiye kaynaşmış bir toplumdur. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Devlet düzeninde kimliğimiz vatandaşlıktır. Etnik kökenine, dinine, mezhebine, anadiline bakmaksızın herkes, kanunlar karşısında eşittir.
Siyasi ayrışma başkadır, bölünmek başkadır. Bölünmek başkadır, derin bölünmek daha başkadır. Derin bölünmeyi yasal hale getirmek bambaşkadır.