Mahsun Kırmızıgül’ü tanırsınız. Türkü söyler, sinema yapar… Kendisine sorarsanız, ikisi arasında tercihini yapmış; ‘sinemacı’ olarak anılmak istiyor.
İşte o Kırmızıgül, bugünlerde, gazeteci Zafer Şahin’in, ismini ‘terörsüz Türkiye’ istemeyen sanatçılar arasında andığını söyleyerek, ‘mağdur’ sıfatıyla konuşuyor.
Aslında Şahin bir soru soruyordu: “Sanatçılar ‘terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?” Bundan mağduriyet çıkartmak, üstelik mağduriyeti katmerlendirerek anlatmak pek hakkaniyetli değil. Ben konu üzerine yazmaya, Kırmızıgül’ün tivitini okuyunca karar verdim.
Üç başlık altında ele alayım.
1. SANATÇININ SORUN TARTARKEN PORTRESİ
Kırmızıgül belli ki; sorunlar arasında bir hiyerarşi şeması çıkarmış. Hangisi büyük, hangisi küçük, hangisi zor, hangisi kolay?
İki sorun olarak terörle yolsuzlukları, kendi terazisinde tartmış. Yolsuzluğun terörden 10 kat tehlikeli olduğu sonucuna varmış. Tivitinin ilk satırlarında bunu paylaşmış.
Sonradan tespitini abartılı bulmuş olmalı ki yeniden tartmış. Bu defa yolsuzlukla terörü, sorun olarak eşdeğer bulmuş. İki paragraf sonra bunu da paylaşmış.
Demek ki Kırmızıgül sorunlara ve tabii ki çözümlere tek tek bakamıyor. Zihninde sadece ‘karşılaştırmalı üstünlükler teorisi’, elinde de yalnızca bir tartı var. Sorunları tartarak ve karşılaştırarak bir fikir sahibi olabiliyor. Onları kendi sebep-sonuç ilişkileri içinde değerlendiremiyor.
2. “BEN BARIŞ İÇİN ŞARKI SÖYLEDİM”
Kırmızıgül tivitinin bir başka yerinde diyor ki; “Ben yıllardır bu ülkenin barışı için filmler yaptım, şarkılar söyledim.” Bu cümle, onun dilinde elbette bir savunma refleksi.
Ancak, oğlunu şehit veren anneleri düşündüğümüzde ayıplı, yüz kızartıcı bir cümle. Bu cümleyi o annelerden saklamamız, uzaklara kaçırmamız gerekiyor.
Barış için şarkı söylemek ile şehit oğlunun acısını kor gibi yüreğinde taşımak arasında bir yakınlık, bir benzerlik olabilir mi? Söylenen şarkı ile oğlunu kaybetmiş annenin ağıtı arasında bir akrabalık bağı kurulabilir mi?
Orhan Veli’nin ‘Vatan İçin’ şiirini konuya uyarlarsak dizeler şu hali alıyor: “Neler yapmadık şu vatan için! / Kimimiz şehit olduk; / Kimimiz şarkı söyledik.”
3. “BARIŞ GELSE BİLE…”
Bir cümlesi daha var Kırmızıgül’ün: “Bu ülkeye barış gelse bile, bu denli büyük yolsuzluk ve adaletsizlik olduğu sürece bu ülke asla iflah olmayacak.” Evet, “gelse bile…” diyor Kırmızgül.
O kadar önemsizleştirmiş ki barışı, o kadar küçültmüş ki; “gelse bile duymayız” diyecek neredeyse. Ya da “gelse bile…ne olacak ki?, ne değişir ki?, kim sevinir ki?” diyecek. Ne dersiniz sayın Kırmızıgül, geçerken uğrasa da olur mu? Barış böyle bir şey mi?
KİM NEREDE DURUYOR?
Barış konusunda kimilerinin akılları ve duyguları, dolayısıyla sözleri çok karışık. Söyledikleri, yazdıkları anlaşılmıyor. Sanırım asıl söylemek istedikleri dillerinin ucuna kadar geliyor da, onu açık etmekten geri duruyorlar. “Bu sorunu, bu iktidar çözmesin” ifadesinin etrafından dolaşıyorlar. Böyle olunca da, ortaya karmakarışık bir söz öbeği çıkıyor.
Sorunları çarpıştırmak, sorunlara katsayı belirlemek, yolsuzluğu terörle tartmak, terörü yolsuzluğa göre öncelemek… Bunlar gereksiz işler.
Yolsuzluk da büyük sorun, terör de… Ancak “terör” deyince, “silah” deyince, “yaşama hakkı” deyince, orada bi durmak, sözüne bi dikkat etmek gerekmez mi?