Gazze’de geceler karanlıktan daha kara artık. Her patlamayla birlikte gökyüzüne yükselen alevler, bir şehrin değil, bir insanlığın yanışını aydınlatıyor. Her sabah yeniden doğuyor acı. Her sokakta, her yıkıntının altında bir masumun hikâyesi kalıyor. Bizlerse kilometrelerce ötede, ekranların başında sadece izliyoruz. Sessiz, kederli, çaresiz. Sanki bu dünya bizim değilmiş gibi, sanki oradaki çocuklar bizden değilmiş gibi. Her gün biraz daha derinden sarsılıyor yürekler. Çünkü bu artık sadece bir savaş değil, bir yok ediştir. Gazze, dünyanın gözü önünde bir laboratuvara dönmüş durumda. Katil İsrail, “güvenlik” yalanına sığınıp her gün yeni bir katliamın altına imza atıyor.
Yıkılan binaların arasında, parçalanan oyuncakların, paramparça olmuş hayatların sessizliği var. Ve bu sessizlik, dünyanın en ağır suçlarından biridir. “Er-Rahîm olan Allah mazlumun yanındadır” diyoruz, evet. Ama unutmamalıyız ki O aynı zamanda “el-Müntakim”- dir; yani intikamı adaletle alan, zulmün hesabını bizzat soran. Tarih boyunca zalimler kendilerini güçlü sandılar. Firavunlar, Nemrutlar, Hitlerler… Hepsi bir dönem aynı kibirle yürüdü yeryüzünde. Lâkin sonunda hepsinin saltanatı yerle bir oldu. İsrail de aynı kaderi paylaşacaktır. Çünkü hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez. Mazlumun duası, tank seslerinden daha güçlüdür. Bugün Gazze’de yaşananlar, insanlığın en büyük sınavıdır.
Bu sınavda kimimiz sessizliğiyle, kimimiz öfkesiyle, kimimiz de duasıyla taraf oluyor. Ama asıl soru şudur: Biz gerçekten taraf mıyız? Yoksa sadece seyirci mi kaldık? Her bir bomba düştüğünde, bir çocuk daha yetim kalırken, biz kaç cümleyle tepki verdik? Kaç dakika yüreğimiz sızladı? Ve sonra kaç saniyede unuttuk? Zulüm karşısında sessiz kalanlar, zalimin suç ortağıdır. Bu sadece bir ahlâk meselesi değil; bir insanlık ölçüsüdür. Kur’an’da açıkça buyurulmuştur: “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur.” (Hud Suresi, 113). Bugün o ateş Gazze’de yanıyor. Ama bilmeliyiz ki bu ateş, insanlığın vicdanını da yakıyor. Çünkü orada ölen sadece Filistinli değil; her bombada insanlığın bir parçası ölüyor. İsrail’in hiçbir anlaşmaya sadık kalmayışı, aslında onun kimliğini özetliyor.
Bu, bir devletin değil, bir zihniyetin adıdır: Vicdansızlık. Her “ateşkes” çağrısının ardından gelen bombardımanlar, artık birer diplomatik yalanın ötesindedir. İsrail, dünyaya yalan söylerken, dünya da kendi yalanına inanmayı tercih ediyor. “Kendini savunuyor” dedikleri ordu, bebekleri, kadınları, yaşlıları hedef alıyor. Bu, bir savunma değil; bir soykırımın sistemli devamıdır. Ama Allah susmaz. Tarih boyunca susmadı. Her zalim kendi cezasını adım adım ördü. Adalet bazen hemen tecellî etmez; çünkü imtihan sürer. Ancak Allah’ın adaleti şaşmaz. “Mazlumun duası ile Allah arasında perde yoktur.” der Resûlullah. Gazze’deki o çocukların duası, o annelerin gözyaşı, o babaların suskunluğu işte o perdeyi yırtıyor.
Belki biz göremiyoruz, ama adaletin yürüyüşü başlamıştır. Bir gün gelecek, bu zulmün hesabı sorulacak. Bombaların yerini barış duaları, yıkıntıların yerini çocuk kahkahaları alacak. Filistinli çocuklar yeniden denize koşacak, Gazzeli kadınlar yeniden güneşi görecek. O gün geldiğinde, zalimler tarihin en karanlık sayfasına gömülecek. Çünkü mazlumun ahı göğe yükselir, ve o ahın karşısında hiçbir ordu, hiçbir tank, hiçbir uçak duramaz. Bizler ise o güne dek susmamalıyız. Çünkü sessizlik, zulmün en güçlü silahıdır. Her kelimemiz bir direniş, her duamız bir isyandır. İnsanlığın onuru Gazze’de sınanıyor. Ve biz, bu sınavda hangi tarafta durduğumuzu göstermek zorundayız. Unutmayalım: Zulüm baki kalmaz. Her karanlığın sonunda bir sabah vardır. Ve o sabah, Gazze’nin çocuklarıyla birlikte doğacaktır. Çünkü adalet, er ya da geç, mutlaka tecellî eder.